8 Temmuz 2015 Çarşamba

Ben köyümü özledim..

dedi sıkılmış sesiyle telefonda. ‘Bahçemi, meyve ağaçlarımı, ağaç evimle ilgilenmeyi, pazar kahvaltılarımızı özledim. Camın arkasından betonarme gri şehri izlemek hiç keyifli olmuyormuş. ’  dedi. Olduğum yerde dikilip kaldım sesindeki çatallanma, kelimelerin ağzının içinde yuvarlanması alışık olduğum şeyler değildi . ‘10 yıl Ankara’da nasıl yaşayabilmişim ben hayret, şu an bozkırın ortasında tek kalmış bir cılız ağaç gibi ıssız hissediyorum. Daha da kötüsü insan hastanede kitap da okuyamıyor, bir iç bunaltısı, bir yandansa aklım kendi hastalarımda arayıp duruyorlar hastayım diyorum inanmıyorlar. İnsanlar ne tuhaf ve bencil ” diye devam etti.. Bu isyanını evcilleştirmem lazımdı acilen. Bir kedi gibi ruhuna sokulup sarıp sarmalamak ben varım demek istiyordum fakat altı yüz km den hiç de kolay olmuyordu. ‘Akşam yemeğine orada olabilirim ve refakatçi kalabilirim biliyorsun’ dedim, aslında bunun için can atıyordum da. ‘Hem ayağa kalkınca benim Ankara geçmişime de beraber yolculuk yapabiliriz ne dersin’ dedim. ‘Kolumdaki ve burnumdaki bu hortumlar olmasa iyi fikir olabilirdi ama biliyorsun ki bu halde asla’ diye kestirip attı tabi. Demiştim ya inatçının tekiydi. Bir süre sessizlik oldu. ‘Hem burada olmasan da senin varlığın bile benim yaşama sevincim’ diye ekledi.
Bu cümle bunu bana söylediğinden beri ara ara aklıma geliyor. Birileri konuşurken, ben onları dinlerken, üstümü giyinirken, gürültülü çalışan makineler arasında gezerken, gökyüzüne dalarken, bulutların arasında seyahat ederken, parkta biraz sonra salıncak kavgasına tutuşacak olan yüzü gözü çamur içinde sırtı ter içinde koşuşturan ama yine de gülümseyen çocukları izlerken, bir yerimi acıttığımda, dişlerimi fırçalarken kanattığımda, uykuyu beklerken  ve daha pek çok zamanda aklıma geliyor.
‘Bu akşam kızlarım tabletimi getirecek sen bana en iyisi bizim köyün havalarından efkarlı bişeyler hazırla dinleyeyim’ dedi. Önce gittim meyve ağaçlarının, çiçeklerinin, ahşap evinin, denizin, evinin yolunun, dağların son halinin fotoğraflarını çektim. Gece oldu. Geç saat. Oturdum. Sonra işte bu playlisti yaptım. Sonra özlemlerin ve kavuşmaların aslında faydalı olduğuna dair bir sürü zırvalıktan oluşan bir e-mail yazdım. İhtiyacı olan moral değildi meşguliyetti. Yolladım. Biliyordum ki sevmek ve sevildiğine inanmak, en güçlü tedaviydi.
PLAYLIST 🎣 ♪♪

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder