27 Mart 2016 Pazar

Gecenin Ritmi ~ Antony And The Johnsons



“Ki gece ilerledikçe ışır” der Heidegger ve de boşuna dememiş Turgut Uyar;“Herkes uyusun iyi oluyor. Hoşlanıyorum” diye…Gerçekten tam olarak öyle! 👍 

24 Mart 2016 Perşembe

Mesele yitip giden o an..

Açan her bir çiçek şişedeki bir mesajdı bize. Açıp okuyalım o halde..


Diyordu ki çiçek görmeden, durmadan, duyumsamadan tekrarlardan ibaret bir hale dönüştürüyorsunuz yaşamı. Aynı saatte yatıp aynı saatte kalkıyor aynı yollardan geçerken hep aynı tarafa bakıyorsunuz. Aynı şarkıları dinleyeceğiniz kulaklığınızı kulağınıza takıyor ya da hep aynı tür kitapları kurcalıyorsunuz. Saçınızı dahi farklı bir şekilde kestirmeye cesaret edemeyip aynı stilde kalıyor, aynı kıyafetleri kombin yapıyorsunuz. Rutinliğin güvenli limanlarından sıyıramıyorsunuz kendinizi. 
Haklıydı çiçek. Düzenli ve riski düşük bir yaşamın ön koşuluydu bu gidişat..Oysa görülecek gün batımları var, seyredilecek manolyalar var, kabileden kovulma riskini göze alabilen insanlar var ..
Manolyanın bugün bana hatırlattığı şiir 
Ancak arada bir gerçekten yaşayacaksın :
duygusal olarak “unutulmaz bir an” denen
yaşam aralıklarından birinde, tam kendin olarak,
tam kendisiyle yüzyüze geldiğin bir başka kişiyle
birlikte, birşey yaşadığında (bir sevinç, bir acı…)
— o zaman gerçekten yaşarsın.
ama bu “an”ları son derece seyrek yaşarsın
(kimi insanlar –çoğunluk?– bunları hiç yaşamaz
belki); son derece de kısa… Gene de, bunların sağladığı
anlam yoğunluğu, yaşamının bütün geriye kalan çölünü yeşertmeye yetecek.

20 Mart 2016 Pazar

Evde Bir Pazar Günü ve Ödevler

Pazar günlerini çok severim. Ne istesem yapmak için cumartesinin yarısını da ekleyince koca bir buçuk günüm varmış gibi olur. Gerçi bu bir buçuk gün de ne dinlenmek ne de gelecek haftayı organize etmek için yetmez genelde. Zihinsel olarak dinlensem de bedensel olarak yorulmuş olurum. Ama bu pazarı zorunluluktan evde geçirince bugün bana inanılmaz uzun geldi. Evde normalde zaman geçirmeyi sevmeme rağmen evde tutuluyormuş olma hissi, tedbir amaçlı evde kalma hissi rahatsız ediciydi. Gazete okumak keyif vermedi. Havanın da sağanak yağışlı ve soğuk olması bahçeye çıkıp top oynamayı da imkansız hale getirince enerjisini atamayan oğlumla kendimizi verdik pasta işlerine. Cafefernando bloğundaki mozaik pasta tarifinden yola çıkarak çocukluğumdan bu yana en sevdiğim pastalardan biri olan şahane bir mozaik pasta yaptık. Bu tarifi görünce ‘yok artık bir mozaik pasta böylesine zor ve meşakkatli olamaz’ diye düşünsem de birkaç ufak değişiklikle ama hemen hemen tarife sadık kalarak, üstelik kendi bisküvilerimizi kendimiz yaparak bol çikolatalı güzel bir mozaik pasta yaptık. 

Ardından önce siyah beyaz aile fotoğraf albümlerine, akabinde renkli yakın dönem albümlerimize baktık.. Daha fazla fotoğraf çekiyor olmamıza rağmen son dönemde basılı fotoğraflarımızın ve bunlardan çok keyif alarak düzenlediğimiz albümlerin iyice azaldığını gördük. Sonra bir film izleyeyim dedim ama şansıma internet hantal mı hantal. Ben de bir içecek dergisi için bir süredir yazmam gereken ama ertelediğim sodanın faydalarını anlatan bir yazı yazarken oğlum da derslerinin başına oturdu.

O anda bu ödev konusunda bazı şeylerin düzene girdiğini hissettim ve bloğumda bu konuya yer vermek istedim. 1. sınıfla birlikte günlük hayatımızda ödev denilen kavram usul usul girdi ve iyice yerleşti. Ödev konusunun bu denli önemli olmasının sebebi ise ödevi sorun haline getirmeden daha okul hayatının başında yoluna sokarak  çocuklarımızın oyun oynama, arkadaşlarıyla zaman geçirme, bizlerle sohbet etme, spor yapma, film izleme ve benzeri aktivitelerini olumsuz etkilemeden günlük hayatının içerisine entegre etmek gerekliliği. Çoğunlukla ödev konusunda yapılan pek çok araştırmaya dair farklı farklı kaynaklardan okuduğumda özellikle ilkokul düzeyindeki çocuklarda ev ödevlerinin öğrenmeyi pekiştirmediği ve dolayısı ile başarı üzerinde olumlu fazla bir etki yaratmayacağı sonucu ile karşılaşıyorum. Hala ödevlerin sorumluluk kazandırıp kazandırmadığı konusu muallak kalmış gibi. Açıkçası ben de akademik başarıya odaklı, tek tip ödevlerin çok katkı sağlayacağına inanmıyorum. Ama nitelik ve niceliği doğru hesap edilmiş, öğrencinin düşünme becerilerini geliştirmeye yönelik ödevler mutlaka katkı sağlayacaktır. Hele ki yaşanarak yapılacak ödevler mesela müze gezmek, tiyatroda gözlem yapmak, sepetteki elmaları saymak, elmalarla portakalları toplayıp yerine yerleştirmek, puzzle ya da eşleştirme  gibi öğrenme dürtüsünü aktif tutacak ödevler çocuğun sıkılmadan ve farkında olmadan öğrenmesini sağlıyor.

İlk dönem sızlansa da ikinci dönemin ortalarına geldiğimizde ödev konusu bizim için yoluna girdi sayılır. Bu konuda kendi tecrübelerimden yola çıkarak kişisel tespitlerimi ve deneyimlerimi hem ileride benzeri süreçleri yaşayacak anne-babalar için hem de kendim için, belki de bu yazıyı okuyacak öğretmenler için  madde madde özetleyeceğim. Sanki böyle yazınca kendime de bir hatırlatma oluyor, ihtiyaç duyduğumda okumak üzere elimin altında toparlanmış bir liste bulunuyor.
  • Öncelikle gün içerisinde ödev ve ders tekrarı için yeterli miktarda zamanı ve uygun saat dilimlerini tespit etmek gerekiyor. Bunun için ise bir süre çocuğu çalışırken izlemek lazım. Böylece verimli olarak nasıl çalışabileceğini deşifre etmek daha kolay olacaktır. Çocuk bir ders tekrarı rutini olduğunun bilincinde olmalı ve hangi zaman diliminde ne kadar süre çalışması gerektiğini bilerek kendi programını takip edebilmeli. Biz oğlumla birlikte hem fikir olarak çok basit bir günlük çizelge yaparak buzdolabımızın üzerine astık. Okuldan geldikten sonraki ilk zaman dilimini ise rahat bir nefes alması ve eğlenceli zaman geçirmesi için ayırmak önemli. Günlük plan yaparken ödevin en sona bırakılmadığına dikkat etmek gerekiyor.

  • Ödeve başlamadan önce çocuğunuzun karnının tok sırtının pek olduğundan emin olun. Çünkü bir süre sonra acıkmak, su içmek, tuvalete gitmek ödevin başından kalkmak için şahane bahaneler üretebilir.

  • Ödev, çocuğa öğretmen tarafından verilmiş olan bir sorumluluk olduğu için ödevin yapılması sorumluluğunun çocuğa ait olduğunu anne-babalar unutmamalıdır. Aile yol göstericidir ve teşvik edicidir. Ben okuyayım o cevaplasın, yetiştiremediği yeri ben yazayım türünden yaklaşımlar ya da hadi oğlum/kızım ödevimizi yapalım türünden ödevin sorumluluğunu sahiplenici sözler çocuklarda özgüven eksikliğine yol açabilir ya da çocuğu hazırcılığa alıştırabilir.

  • Çocuğunuzun yanında eşinizle veya arkadaşınızla çocuğun ödevinin çok fazla olduğuna veya zor, uzun olduğuna dair düşüncelerinizi paylaşmayın. Yoksa bu onu olumsuz etkileyecektir. Zaman zaman ilkokul öğretmeni olan ablamı arayıp oğlumun yanında ödevin zorluğundan dert yandığımda bunun ne kadar yanlış olduğunu tecrübe ederek fark ettim. Unutmayın ki onların süpersonik kulakları var.

  • Ben ödevler arasına okuldaki gibi teneffüsler koyuyorum. Örneğin 25 dakika ödev yapıyorsa beş on dakikalık bir mola veriyor ardından devam ediyor çalışmasına.

  • Ödev yaptığı oda dikkatini dağıtabilecek objelerden bir miktar arındırılmış olmalı. Çünkü örneğin televizyonda çizgi film varsa veya sevdiği bir bilgisayar oyunu karşısında duruyorsa ödevini ya uzattıkça uzatır ya da yalan yanlış yaparak ondan hızla kurtulmaya çalışır. Ama ona istediği her yerde çalışma özgürlüğü veriyorum. Dilerse mutfak masasında ya da oturma odasında, isterse kendi odasında. Benim için önemli olan onun sevdiği bir ortamda derslerini çalışması.

  • Ödev yapmaya en uzun veya zor gelen dersten başlamanın ve giderek daha kolay olanına geçmenin bizim için daha ideal olduğunu tespit ettik.

  • Anne-babaların ödev konusunda görevleri bence öncelikli olarak çocuğun anlayamadığı kısımları ona yaşına uygun bir şekilde anlatmak ve bir diğeri ise bitirdiği ödevleri kontrol etmek. Kontrolde hatalı kısımların çocuk tarafından düzeltilmesi es geçilmemelidir.

  • Ödevler daha güzel olsun diye anne-babalar tarafından yazılmamalı, kesmeli boyamalı ödevler daha güzel olsun diye yine anne-baba tarafından kesilmemeli, boyanmamalı. Unutmayın ki bunlar çocukların el becerilerinin iyileşmesi ve kaslarının gelişmesi için önemlidir. Bırakın eğri büğrü kessin, boyalar çizgiden dışarı taşsın.




  • Mümkün mertebe güzel olmayan yazılarını sildirip sildirip tekrar yazdırmıyorum. Çünkü bu ödev konusunda isteksizliği artırıyor.  Kötü kısma değil de iyi kısma odaklanarak ‘‘bak bu üst kısmı inci gibi  yazmışsın, eminim zamanla diğerleri de daha güzel olacak’’ gibi cesaretlendirici cümleler işe yarıyor.

  • Ödev konusunda baskıcı tutumdan uzak durulmalı. Çocuğu sakin bir şekilde dinlemeli, duygularını açığa çıkarmasına fırsat verilmelidir. Çocuklara ödev yapma alışkanlığını kazandırmanın sabır ve zaman istediğini unutmamak gerekiyor.

  • Her çocuğun öğrenme stili ve çalışma düzeneği farklı olabilir. Bazısı hafif sesli ortamı tercih edebilirken bazı çocuklar sessiz sakin ortamları tercih edebilir. Ama ben çok sessiz sakin ortamda çalışmaya alışmaması için (yani ilerleyen yıllarda neler ile karşılaşacak belli olmaz) çok izole ortamları tercih etmiyorum. Dolayısıyla ısı, ışık, gürültü gibi ortam koşullarını çocuk için optimum hale getirmek yararlıdır.

  • Ödev konusunda ona yalnız olmadığını hissettirmek adına bazen eve iş getiriyorum ya da o ödev yaparken ben de bloga yazarak bak oğlum hayat böyle evde de çalışma hayatı devam ediyor subliminal mesajını veriyorum.

  • Tıpkı yetişkinlerde olduğu gibi çocuğun da en hoşlanmadığı şey kıyaslanmak. Rekabet ortamı yaratmak adına böyle hinliklere girişmiyoruz. Bunun yerine kendi çocuğumuzun yaptığı güzel davranışları anlatarak onu cesaretlendirmek de güzel sonuçlar doğuruyor. 

  • Benim en önemsediğim şeylerden bir tanesi de çocuğa ödev dışında sosyal yaşamında da yaşına uygun sorumluluklar verilmesi. Bu şekilde organize olmayı, idare etmeyi, tasarruf yapmayı öğrenmeli. Çünkü sosyal yaşamında yeterli sorumluluk almayan çocuklar ödev sorumluluğunu da almaktan kaçınacaktır.

  • Çocuğunuz ödev yapmak istemiyorsa bu durum dersi derste tam olarak anlayamamasından kaynaklanabilir. Dersi kavradıkça ödevden de zevk almaya başlayacaktır. Dersi derste anlayamamış ise mutlaka sınıf öğretmeni ile bir durum değerlendirmesi yapmak gerekir. Hatta belki de öğretmenin öğretebilme kapasitesini izlemek gerekir. Eğitimde yanlış giden bir şeyler varsa lütfen hakkınızı aramaktan ve çocuğunuzun haklarını korumak için gerekenleri yapmaktan çekinmeyin ve gecikmeyin.

  • Ev ödevleri kadar çocuğun hobileri olması,çok yönlü gelişmesi örneğin herhangi bir spordan, müzik aletinden, kitap okumaktan ve sanatın diğer dallarından zevk alması önemlidir. 

  • Ev ödevleri çocukları bıktırmamalı. Çocuklara bilgileri hatırlatmaya ve pekiştirmeye yarayan bir araç olarak kullanılmalı. Evet maalesef bizim eğitim sistemimiz akademik başarı odaklı, rekabetçi ve ödev-ders yükü yüklü bir yapıda. Ama mümkün olduğunda çocuğumuzu rekabet ortamının içine sürüklememeye ve stres topuna dönüştürmemeye dikkat etmek gerekiyor.


  • Ödev yapma konusunda ödül/ceza sistemini çocuk gelişimi açısından yanlış buluyorum. Bu konuda baba ile annenin hem fikir olması ve birlikte hareket etmesi de önemli. Çocuğunuz
“Anne ödevimi yaptım, bana …….. verecek misin?” veya
“Baba bütün ödevlerimi yaptım ama annem bana ..…. vermedi”
türünden cümleler kuruyorsa ben ortada bir tehlike olduğunu düşünürüm. Çünkü çocuk artık içten denetim mekanizmasını yitirip dıştan denetimli bir bireye dönüşmeye başlar ‼️ Ödül ile motive etmek anne-babanın işini kolaylaştırır. Ödev yapma süreci daha az sancılı geçebilir ama uzun vadede doğuracağı istenmeyen sonuçlar (sorgulamayan, eleştirel düşünmeyen, çıkarları doğrultusunda itaat eden bireylere dönüşme) bu tercih yapılırken unutulmamalıdır.
  • Okuma yazma öğrenmeye başlar başlamaz çocuğu kütüphaneye üye yapıp zaman zaman kütüphaneye götürmek çok faydalı ve keyifli. Buradaki kaynaklardan nasıl yararlanacağını göstermek o ortamın havasını teneffüs etmesini izlemek hoşunuza gidecek. İyi bir okuma becerisi çocuğunuza, yeni dünyalara açılan kapının anahtarını verecek. Bu nedenle çocuklarınızı okuma konusunda cesaretlendirin derim.
Yazıyı bu noktaya kadar okuduysanız çocuğunuzun eğitimini ve geleceğini önemsiyorsunuz demektir. Sizin de bu konuyla ilgili tavsiyeleriniz olursa paylaşmanız beni mutlu eder.

Çocuklarımızın, bizlerin kararlı duruşuna ve yönlendirmelerimize ihtiyaçları var. Umarım onlara daha güvenli  ve huzurlu bir ülke bırakabiliriz.

18 Mart 2016 Cuma

Cafe De Pera

Bu gece en büyük zenginliğimiz arka arkaya okunan kitaplar, kahve  ve tabii ki müzik..




’ Yatağınıza girdiniz. Tanıdığınız eşyalar arasında kendi kokunuz ve anılarınızla dolu çarşaflar, battaniyeler arasına yerleştiniz, başınız yastığınızın tanıdık yumuşaklığını buldu, yana döndünüz, bacaklarınızı karnınıza çekerken boynunuzu öne eğdiniz, yastığın serin yüzü yanağınızı serinletti: Birazdan, birazdan uyuyacak, karanlığın içinde hepsini, hepsini unutacaksınız.
Hepsini unutacaksınız: sizden üstün olanların acımasız gücünü, söylenmiş o düşüncesizce sözleri, budalalıkları, yetiştiremediğiniz işleri, anlayışsızlığı, ihaneti, haksızlığı, aldırışsızlığı, sizi suçlayanları ve suçlayacak olanları, parasızlığınızı, hızla geçen zamanı, hiç geçmeyen zamanı, kavuşamadıklarınızı, yalnızlığınızı, utancınızı, yenilgilerinizi, zavallılığınızı, acıklı halinizi, felaketleri, felaketlerin hepsini, hepsini birazdan unutacaksınız.
Unutacağınız için memnunsunuz. Bekliyorsunuz.’

yeni serilmiş nevresim kokusuna karışan kitap kokusu arasında unutalım o halde ..
Uzun zamandır Cafe De Pera konsept albümlerini bayılarak dinliyorum…Her bir seri birbirinden güzel ve doyurucu. Kimi zaman geceye eşlik ediyor, kimi zaman çalışırken dinliyorum, bazen kuytu bir köşede kendimle kalırken, bazense okurken.. 
Keyifli anlarınıza eşlik etmesi için buraya bırakıyorum..
İyi geceler🌙💤💤💤❤🎵🎵️ Ballı rüyalar 🍯 🍯

17 Mart 2016 Perşembe

Gecenin Ritmi ~ Bliss


Sabah erkenden uyandım, yürüyüş yapmak üzere çıktım. Müziksiz bir yürüyüş yaptım. Yavaş yavaş. Bizim mahalle derin uykudaydı, dışarda mart soğuğu, sahilden yürüyerek denizin kenarına kadar geldiğimde  ellerim uyuşmuştu soğuktan.. Böyle kendi halinde, özgürce, sıradan yaşamanın ne kadar güzel ve nasıl büyük bir lütuf olduğunu düşündüm o an.

Pek çok insan yine sevdiklerinin arkasından bakakaldı.. Neye yansınlar; hangi birine yanmalılar? Bir daha sarılamayacak olmaya mı, sevdiklerinin ızdırap içinde can vermelerine mi, hayatı erkenden ve apansız bırakıp gitmelerine mi.. İsimleri sadece bir listeden ibaret gibi dursa da kiminin en yakın dostu, kiminin eşi, kiminin yavrusu, kiminin sevgilisi, kiminin sırdaşı , kiminin yaşama tutunma sebebi, en değerlisi gitti. Üniversite sınavının yapıldığı o günde asıl sınavın hayatın kendisi olduğunu öğretti bize Ankara.

Ama işte gel gör ki hayat sağ kalanlar için bir şekilde akıyor. Ödenecek faturalar, katılmak gereken toplantılar, pazara gidilip alınacak sebzeler, gönderilecek kargolar, üst komşuya alınacak hoş geldin hediyesi, çocuğun doktor kontrolü, köpeğin maması, çiçeklerin toprağı, evin temizliği, arkadaşlarla buluşmalar,  yanıtlanacak e-mailler, bir grip virüsünün vücudumdaki sinyalleri, tavuk suyuna limonlu şehriyeli çorba düşünceleri ile geriye döndüm.. Ancak değişen bir şey var. Artık kendimi pek de güvende hissetmiyorum. O gün telefonun ucundaki çoğu arkadaşım az önce olduğum yer şu an enkaz halinde, ben de ölebilirdim diyerek yaşadığı şoku anlatıyordu. Kıl payı kurtulmuşlardı. Bir kılın inceliğinde miydi şimdi hayat? Sosyal medyada yeni yeni patlamalar olacağına dair paylaşımlar dönüyor. Okudukça umutsuzlaşıyorum, televizyonda yapılan açıklamaları izledikçe hayal kırıklığım büyüyor. Düşüncelerim yoğunlaştıkça adımlarım hızlanmaya başladı. Bildiğim bir şey varsa o da bu dünyada geri dönüşü olmayan tek şeyin ölüm olduğu. Herkes bunu bilirken ne oldu da biz bu duruma geldik?

8 Mart 2016 Salı

Etobur - Otobur İkilemi ~ MICHAEL POLLAN

 

 Sarsıcı.

Tabağına koyduğu yiyeceği önemseyen ve yediği şeyin tam olarak farkına varmak isteyen herkes için gıda maddelerinin topraktan soframıza uzanan yolculuğunu anlatan harika bir araştırma kitabı.

Araştırmacı - yazar Michael Pollan,  bu gıda bolluğunda hem et hem de ot tüketebilen insanoğlunun nasıl olup da ikileme girdiğini ve sağlıksız beslenerek aslında aç kaldığını,  ‘neleri yemeliyiz?’ sorusuna hala daha doğru cevabı bulamamış olmasını gerekçeleri ile anlatıyor. Ancak uyarayım, öğreneceğiniz şeyler pek iç açıcı şeyler değil. 

Türkçe’ye Etobur- Otobur İkilemi adıyla tercüme edilmiş bu kitabın orijinal adı The Omnivore’s Dilemma. Kitabın bütün olarak değerlendirdiğimde dilimize çevirisini başarılı ve anlaşılır bulmakla birlikte kitabın isminin Türkçe çevirisini kitabın özünü ve anlatmak istediğini tam yansıtmadığını düşünüyorum. Kitabın ismi , konusu hakkında yanlış anlaşılmalara sebep olabilecek nitelikte. Çünkü Omnivore un  aslında dilimizdeki karşılığı için hem bitkisel hem hayvansal besinle besleneni karşılayan ‘hepçil’ ya da ‘hepobur’ tabirlerinin herhangi birinin kullanımının ‘etobur - otobur’ olarak ayrıştırmaktan daha uygun olacağını düşünüyorum. Kitapta etoburluk ve otoburluk üzerine bilgiler veriliyor ama bunların kıyaslanmasını veye birinin diğerine üstünlüğünü savunan bir kitap değil.

Kitap üç temel bölümden oluşuyor. Güneşten fotosentez gerçekleştiren bitkiden soframızdaki yemeğe giden yol kronolojik düzenin tersinden ele alınmış kitapta:
Birinci bölüm endüstriyel gıda zincirini ele alıyor. Bu bölümde endüstriyel tarımın favori bitkisi mısır her yönü ile ele alınmış. Büyük baş hayvanların, tavukların, domuzların, piliçlerin, kuzuların, levreklerin ve hatta etobur somon balıklarının bile mısırla beslendiğini öğreniyoruz. Otlaklarda, meralarda beslenmesi gerekirken, mısırla semirtilen ineklerin sütleri ve sütlerinden yapılan peynir ve yoğurtların temelinde mısır olduğunu, endüstriyel yumurtaların aslında mısırdan meydana geldiğini okuyoruz. Ticari mısırın Iowa’daki tarlalardan soframıza uzanan tuhaf yolculuğunda Michael Pollan bir çuval mısırın izini sürerek adım adım geçtiği yolları anlatıyor. Yine bu bölüm içerisinde işlenmiş gıdalara da değiniyor ve tüketici açısından nasıl bir bilinmezlik ile karşı karşıya olunduğunu gözler önüne seriyor. Görüntüsü, rengi, lezzeti ne kadar farklı olursa olsun ve birbirinden farklı binlerce çeşit gıda üretilmiş olursa olsun hepsinin üstündeki göz boyayan ambalajı kaldırdığınızda endüstriyel tarımın tek tipleştirmesini McDonalds nuggetlarını örnekleyerek somutlaştırıyor !!

✔Yazarın ‘Kırsal - Çimen’ başlığını verdiği ikinci bölüm organik gıda sektörünün ne kadar ‘organik’ olduğunu irdeliyor. Hazır gıdalar ve endüstriyel tarım sonucu organik pazarlara yönelen insanlar bu sefer de ‘endüstriyel organik’ ve ‘sürdürülebilir organik’ olmak üzere iki tip organik gıda ürünü ile karşılaşıyorlar. Marketlerde artık paket paket endüstriyel organik gıda ürünleri başı çekiyor ve bu organik ürünlerin endüstriyel gıdalar ile arasında çok ciddi fiyat farkları var. Sektörün bu kısmında durum ne bu bölümden öğreniyoruz.

✔Yazar, ‘Kişisel - Orman’ adını verdiği üçüncü bölümde endüstriyel ve organik gıdalar kullanmadan kendi topladığı, avladığı ve yetiştirdiği ürünlerden bir yemek hazırlama serüvenini aktarıyor. Bunun günümüz koşullarında ne kadar mümkün olduğunu veya olmadığını deneyimlemek istiyor.

Kitapta burada layıkıyla özetleyemeyeceğim kadar çok altını çizdiğim pasaj var. Satır araları pek çok bilgi ile dolu. Yine de bazı alıntıları fikir vermesi açısından paylaşıyorum. Şu var ki kitap ancak bütünü ile okunduğunda tam olarak anlaşılabilir ve konu iyice kavranabilir:
  • “Kişi ormanda yem ararken leziz olan ile öldürücü olanı nasıl ayırt edebilir? Mutfak simyagerleri doğanın hammaddelerini en lezzetli yemeklere dönüştürmeyi nasıl başarmışlardır?” (s. 23)
  • “Günümüzde yaşadığımız sağlık ve beslenme sorunlarının çoğunun nedeni çiftlikte meydana gelenlere dayanmaktadır ve bunların ardında çoğumuzun haberdar olmadığı belirli birtakım hükümet kararları yer almaktadır.” (s.23)
  • Güneş enerjisinin yerine fosil enerjisi koyarak; milyonlarca hayvanı kapalı hapishanelerde yetiştirerek; onları asla yemeyecekleri yemlerle besleyerek ve kendimizi tahmin ettiğimizden çok daha tuhaf yiyeceklerle besleyerek hem doğanın sağlığını hem de kendi sağlığımızı riske atmaktayız.(s. 24)
  • “Aslında neyi yediğimiz ve nasıl yediğimiz dünyayı kullanma biçimimizi ortaya koymaktadır.” (s. 25)
  • “Eğer kişi yediklerine denkse, biz de büyük oranda mısırdan - ya da en azından işlenmiş mısırdan- oluşuyoruz demektir.” (s.34)
  • “Öğütücüden her gün milyonlarca ton ağırlığında yiyecek akıyordu. Günün her saati bir traktör dolan havuzu boşaltıp elli tonluk yeni bir mısır yığınını getiriyordu. Sürücü traktörün göbeğinde bulunan bir subabı açıyor; ince bir mısır deresi akmaya başlıyordu. Binanın diğer tarafında bulunan tankerler binlerce litre sıvılaştırılmış yağı ve protein desteğini pompalıyordu. Öğütücüye bağlı bir barakada sıvı vitamin ve sentetik östrojen fıçıları bulunuyordu. Bunların ötesinde yirmi kiloluk antibiyotik çuvalları -Rumensin ve Tylosin-paletlenmişti.” (s. 96)
  • “Mısırla beslenmiş et bizim açımızdan daha az sağlıklıdır - çayırda otlanan ineklerin etine nazaran daha fazla doymuş yağ ve daha az omega 3 içerir. Et yemeyle ilişkili olan bir çok hastalığın aslında mısır-besili-et yemeyle ilgisi olduğunun gösteren araştırmalar yapılmaktadır.” (s. 97)
  • “Bir çok açıdan bakıldığında kahvaltı tahılları işlenmiş gıdaların bir prototipini oluşturmaktadır: Dört sentlik ucuz mısır (ya da tahıl) dört dolarlık bir ürüne dönüştürülüyordu. İşte buna simya denir!” (s. 118)
  • “Çimenin güneş ışığıyla beslendiği ve hayvanların da çimenle beslendiği bir dünyada yemek, gerçekten de bedavaydı.” (s. 262)
  • “Çimen besili etleri yemek, besin değerlerinin de gösterdiği üzere evrimsel açıdan daha anlamlıdır ve bizim açımızdan daha iyidir. Çimen besili et, süt ve yumurta, hububatla beslenen hayvanlara kıyasla daha az toplam yağ içermekte ve daha az doymuş yağ oranı ihtiva etmektedir. Çimen besili hayvanlar aynı zamanda konjuge linoleik asit (CLA) de içerirler;bu yağ asidinin kilo vermeye ve kanserle savaşmaya faydalı olduğu yakın zamanlarda yapılan çalışmalar tarafından ispat edilmiştir."  (s. 319)
  • “Ancak tamamen bilinçli bir biçimde yediğimiz zaman yaptığımız şeylerin gerçek maliyetini hatırlarız.Et suyu konservesi kullanmamış olmamın nedeni et suyunun konserveden elde edilmiyor olmasıdır. Bir paket maya satın almamamın nedeni mayanın paketten değil soluduğumuz havadan kaynaklanıyor olmasıdır” (s. 479)

Araştırmalarını çok anlaşılır, akıcı ve keyifli bir şekilde okura anlattığı için aldığı ödülleri ve övgüleri kesinlikle hakkettiğini düşünüyorum. 

Başta sağlıklı beslenmeyi önemseyen herkese, ardından çocuğunun beslenmesini ciddiye alan anne-babalara, sağlık problemi yaşayan ve doğru beslenme ile çözümlemek isteyenlere, ne yiyeceğimizi şaşırdık artık doğru beslenme ile yüzleşelim diyenlere, gıda - tarım sektörlerinin içinde aktif rol alanlara özellikle tavsiye edebileceğim bir kitap. Ancak günümüzde pek çok insan da endüstriyel gıdalar ile beslenmekten, colaları hüpletmekten , fast foodları lüpletmekten  son derece mutlu olup üzerinde düşünme gereği duymamaktadır. Bu kitap muhtemelen bu tür kişiler için çok uygun değildir.

Nihai olarak bu kitap yeme zevkine dair; bilme sonucunda derinleşen bir zevke dair bir kitaptır.
Yazarın web sitesi için  Michael Pollan 👆 
Sağlıkla kalın; keyifli geceler..🍵 📚