Bugün bahsedeceğim kitabı aslında epeydir yazmak aklımda. Tam da kış vakti şahane öneriler içeren bir kitap. Çünkü kime selam verseniz hasta, çocuklar hasta, gençler hasta, herkesin dilinde kar yağmadığı için bu denli bir salgın olduğu hikayesi..Gerçekten de doğanın takvimine göre kış olsa da camdan baktığımızda durum pek de öyle değil.
Bazen hastalanırız. Geceler sabaha kadar uyuyamayız. Ve modern tıp bize yardımcı olamaz. Dr lar bizi anlamaz. Ekmek peynir gibi yazılan ilaçlarla durum daha da kötüleşir. Sinirleniriz. İhanete uğramış hissine kapılırız. Sonra kendimizin bir şeyler yapması gerektiğini kabulleniriz. Yeni çıkar yollar ararken 2000 yıldır gözümüzün önünde duran şifalı bitkilerin farkına varırız.
Ancak umut tacirleri ve şarlatanlar nedeni ile bitkiler konusunda güvenilir bir kaynak ya da işinin ehlini bulmak da öyle zordur ki bu da yeni bir kaos yaratır bizim için. Araştırmalarım sonucunda bulduğum en müthiş bitki bilimci, bitki sevici , şifalı bitkiler uzmanı, yazar, öğretmen, bilge, seyyah Stephan Harrod Buhner oldu. Zat-ı muhterem ile ilk tanışmam Yeryüzü İle Konuşma Sanatıadlı kitabı oldu. Beni o kadar etkilemişti ki iki defa okuduğum ender kitaplardandır. Hep elimin altındadır. Ardından Bitkisel Antibiyotikleri (Herbal Antibiotics) yani birazdan elimden geldiğince bahsedeceğim kitabını okudum. Sonra bir üçüncü kitabı derken Buhnerci oldum çıktım.
Okumaya niyetliyseniz çayınızı kahvenizi alın. 🍵 Bu yazının uzunluğu için şimdiden özür dilerim değerli okuyucu. Bilgisayar başına oturabilmişken yazabildiğim kadar yazacağım. Konu herkes için önemli olmasına rağmen özellikle yörüngesinde “sağlık” olanların ilgisini cezbedeceğini düşünüyorum.
Bitkisel Antibiyotikler in TR çevirisi içerik olarak iyi ve faydalı bir kitap olmasına rağmen okurken pek çok defa keşke bitki görselleri ile de desteklenmiş olsaydı diye geçirdim içimden. Türkçe çevirisi maalesef çok tat vermedi. Ayrıca 2. Baskısının orijinali 450 sayfa kadar olan bu kitabın Türkçe meali sadece üçte biri kadar. Okurken hep bir eksiklik hissi. Artık nasıl sadeleştirildi ise ya da kitap sonraki basımlarda mı genişletildi bu kadar bilmiyorum.Arkasında kaynakçalar veya referanslar gibi bölümleri de yok maalesef Türkçe çevirisinde. Hal böyle olunca yine ikinci baskısının orijinalini epub formatında edinip okumak durumunda kaldım. İyi ki de böyle yapmışım. Çünkü her kuruşa değecek muazzam bir hazine ile karşılaştım.
Bu kitabın içerisinde otlar ve ağaçlar, hastalık ve şifa, varoluş ve denge var. Her şey kutsal bir bütünün parçası değil mi?
6-7 yıl kadar önce lavaboyu ciflerken elim deli gibi kaşınmaya başlayıp kızarınca muazzam bir ‘mini aydınlanma’ anı yaşamıştım. Kimyasallar bana hiç iyi gelmiyordu. Bir tek bu mu, bulaşık makinesinden bulaşıkları çıkarıp durulama ihtiyacı duyuyordum. Astığım nevresimler kuruduğunda üzerinde deterjan kalıntıları görünce hoop çamaşırları toplayıp bir daha durulama yapıyordum. Oda parfümleri beni hapşırtıyor, çamaşır suyu genzimi yakıyordu. Belli ki bütün temizlik ürünleri bana hayat dersi vermek için el ele tutuşmuş, kafa kafaya vermiş ne yapsak da bu kıza anlatsak ‘sağlıklı yaşam sadece spor ve sağlıklı beslenmeyle olmuyor, ne kadar çok kimyasala maruz kalıyorsun bi etrafına bak’ diyordu. Bu iş böyle olmayacaktı. Bu kadar kimyasalla içim hiç rahat değildi. Bir de o zamanlar henüz minicik bir bebeğim vardı. Her neyse sağ olun temizlik kimyasalları. Sayenizde hayat dersimi aldım ve o günden sonra kademe kademe dönüşüm yaşadım. 🙏 Fırın temizleyicisi ayrı, duvar temizleyicisi ayrı, ahşap temizleyicisi ayrı kategorize edilmiş şu saçmasapan kimyasalları üretenlere teşekkürler ama benim için siz artık bir kenara çekilin demenin vakti gelmişti. Dedim de.
Bir şeyi ellerimizle yapmanın keyfi elbette paha biçilemez ama biliyorum herkesin bunlara ayıracak vakti, enerjisi yok. Markete gidip camsili, bulaşık deterjanını sepete atmak çok daha kolay. Konfor alanımızı terk etmek istemiyoruz. Ama en azından aldığınız temizlik ve kozmetik ürünlerinin etiketini okusanız, uğraşıp didinip kazandığınız para karşılığında çöp satmaya kalkanların cebini şişirmeye devam etmeseniz o bile bişeydir, iyidir. İşte bu düşünceyle ben de önce uzun süre çeşitli bitkisel, organik temizlik ürünlerine yöneldim. Araştırmalarım sonrasında uzun yıllar fosfat, sert asitler veya klorlu ağartıcı içermeyen amway, mom’s green, frosch, seventhgeneration ve benzeri markanın çok amaçlı temizleyicisinden, bulaşık tabletine, diş macununa, vegan şampuanına, roll-on una varana kadar kullandım. Sentetik parfümlerle temizlik hissi yaratan yumuşatıcıların aslında ne kadar da gereksiz olduğuna ya da evin bol parfüm kokmasıyla aslında o evin temiz olmasının bir bağlantısı olmadığına aydım. Nevresimlerim, havlularım, yastık kılıflarım yumuşatıcı kokmadı ama bu bana nefes aldırdı.
Sonra yavaş yavaş sirke, kefir, turşu gibi fermente ürünler yapmaya başladıkça evde temizlik ve kozmetik malzemesi yapmaya da başladım. Tarifleri internetten bulup buluşturuyordum. Anneme soruyordum. Evimde ve kendi üzerimde deniyordum. Yakın çevremde yayıyor ve onlardan tarifler topluyordum. Sonraki keşfim aromatik yağlar ve soğuk sıkım yağlar olmuştu. Aromatik yağlar çok acayip bir şey. Etrafa her şeyi yumuşaklaştıran, iyileştiren bir enerji yayıyorlar. Her ne amaçla kullanıyorsam istikrarla devam ettiğimde mutlaka beklentimin üzerine çıkıyorlar. Neyse ben artık evi kendi yaptığım zehirsiz temizlik suyuyla temizliyorum: Bir kova suya bir bardak alkol, on damla çay ağacı yağı ve güzel bir koku vermesi için birkaç damla limon, nane ya da mandalin yağı ekliyorum. (Gül, lavanta ya da kokusunu sevdiğiniz başka bir esans yağ da olur.) Çay ağacı yağını suyla seyreltip fısfıslı bir şişeye koyup, sivrisineklere karşı kollara bacaklara sıkıyoruz ailecek. Gargara yerine hindistancevizi yağıyla oil pulling yapıyor ve bence bu yöntem sadece ağız temizliği değil tüm bedene şifa sağlıyor. Bir yemek kaşığı karbonatı, bir tatlı kaşığı hindistan cevizi yağı, 5-6 damla çay ağacı yağı, 2-3 damla nane yağı ile karıştırıp cam kavanoza alıp diş macunumu yapıyorum. Çaydanlıklardaki kireci limon tuzu ile çözüyorum. Zeytinyağlı sabunu, arap sabununu pek çok yüzey temizliğinde içime sinerek kullanıyorum. Sirke ve karbonatsa baş tacım. Neredeyse kullanmadığım yer yok. Temizlik algıma gerçek anlamda bir rot -balans ayarı yapmış oldum böylece.
Mutfağım sirke, kefir, ekşi maya, turşu, kombiyotik yoğurt, probiyotik yoğurt, probiyotik dondurma, mercimek-nohut unu gibi fermente ürünler konusunda bir atölyeye döndüğünden beri bakterilerle çok keyifli bir ilişkim var. Mutfakta değil de adeta bir mikrobiyoloji laboratuvarında çalışıyor gibi hissediyorum kendimi. Bazen uzun ve zahmetli uğraşların sonunda maalesef istenilen fermentasyon gerçekleşmiyor bazense ilk denemede bile mucizevi şekilde tekstürü ve kıvamı yakalayabiliyorum. Tüm bu fermente ürünler ile varmak istediğim nokta ise sağlıklı bir beden ya da sağlıkla yaş almak. Tabi tüm bu fermente gıdaların ucu bir şekilde pek çok bakteri barındıran ve bağışıklık sistemimizin merkezi olan bağırsaklarımıza varıyor ve bağırsak konusunda etraflıca bilgilenmek zaruri hale geliyor. Giulia Ender’sın kaleme aldığı Büyüleyici Bağırsak bu konuda gerçekten iyi bir rehber.
YazarGiulia Enders 1990 doğumlu. 17 yaşındayken bacağında bir yara açılıyor ve sonra bir türlü iyileşmeyerek tüm vücuduna dağılıyor. Hiç bir doktorun çare bulamadığı bu hastalığahasta olmadan bir hafta önce kullandığı antibiyotiğin sebep olduğunuanlıyor. Bu süreçte kendi üzerinde sağlıkla ilgili pek çok deneme ve keşif yapıyor. Nihayetinde tıp okumaya karar veriyor ve okuyor. Tıpta uzmanlaşma aşamasında okul eğitimi aşamasınca ‘üvey evlat’ muamelesi gören bağırsağı tercih etmesinin nedeninibağırsak ve beyin arasındaki bağlantı karşısında büyülenmiş olmasına bağlıyor. Bağırsağın fiziksel ve ruhsal sağlığımızı nasıl etkilediğini derinlemesine araştırmak istiyor.
Yazar bağırsakta neler olup bittiğini, araştırmaların bu konuda getirdiği yenilikleri, rahatsızlıklarla nasıl mücadele edilebileceğini eğlenceli bir dille anlatmış. Akıcı olmasına rağmen anlaşılması çok da kolay bir kitap değil. Bazı tıbbi terimlere, anatomi ve fizyoloji bilgisine aşina olmak gerekiyor. Ama yazarın bağırsaklarımız konusunda okuru bilgilendirmek hususundaki coşkusu adeta kitaptan taşıyor diyebilirim. Ve kız kardeşi Jill Ender’sın illüstrasyonları gerçekten çok tatlıydı. Sadece hoş değil aynı zamanda konuyu daha iyi anlamayı sağlayacak kadar da başarılı çizimler.
Elbette ki lisedeki biyoloji derslerimizde bize sindirim sisteminin temellerini öğrettiler: Yiyecekler yemek borusundan geçerek mideye girerler, sekiz metre uzunluğundaki ince bağırsaklardan geçerler, kolonda dinlenirler ve nihayet vücuttan dışarı atılırlar. Ama asıl kilit noktası bu sürecin detaylarındadır; özellikle de beyin kadar karmaşık olan bu sistemin tüm otoimmün sistemimizi nasıl kontrol ettiği, bizi hangi yollarla hasta ettiğidir.
Bu tür kitaplar okumaktaki aldığım keyfin temeli vücudu daha iyi tanımama vesile olmaları. Artık şuna iyice eminim ki yirmi, otuz, kırk, elli, altmış ve hatta yetmiş yıl yaşamış olsak bile, vücudumuzu sandığımız kadar da iyi tanımıyoruz. Daha vahimi bu konuda bilgilenmeye pek de gerek duymuyoruz. Kendi vücudumuzun kontrolünü doktorlara teslim edip kendimizi geri çekiyoruz. Oysa ancak vücudumuzu tanıyarak, sağlığımızı koruma, kendimizi güçlendirme konusunda kontrol sahibi olabiliriz.
Bu kitap benim için gerçekten de büyüleyici bir kitaptı ve daha önce bilmediğim ya da bilip de mantığını tam olarak bilemediğim birçok şeyi öğrendim. Bu kitabı okurken not almak için bir dizüstü bilgisayar veya kalem bulundurmanızı tavsiye ederim. Zira bu değerli bilgilerin havaya uçmaması lazım. Kendi notlarımı burada kısımlar halinde özetleyeceğim. Baştan uyarayım uzun sürecek bir özet olacak bu 😉
Bu hafta sonu kendiniz ve
sevdikleriniz için güzel bir şey yapmak isterseniz 1,5 saat kadar zamanınızı ayırıp henüz izlemediyseniz
şeker hakkındaki “That Sugar Film” adlı
belgeseli izlemenizi tavsiye ederim. Basit bir Google taramasıyla belgesele (alt yazılı) hızla ulaşabilirsiniz.
Belgeseli hazırlayan Damon Gameau 5 yıl önce kız arkadaşıyla
tanışmasıyla birlikte rafine şekeri
hayatından çıkarmış ve sağlıklı beslenmeyi seçmiş. Belgeseli hazırlarken
kız arkadaşı 6 aylık hamile. Bebek yoldayken şeker hakkındaki gerçekleri, vücuda etkilerini, ne kadar zararlı
olabileceğini öğrenmeyi kafasına koyuyor . Bu amaçla kendi üzerinde bir şeker deneyi gerçekleştirmeye karar veriyor. Deneye
göre yeniden şekerli beslenmeye
başlayacak ve gün be gün değişimleri ölçecek. Deneyi yaparken değişimleri izlemek ve ölçmek için
içinde beslenme uzmanı, patolojist,
diyetisyen, genel sağlık danışmanı bulunan
bir grup uzmanın yardımını alıyor. Deneye
başlamadan önce kan, enzim, boy, kilo, bel çevresi gibi biyokimyasal ve
fiziksel muayeneleri yapılıyor. Sonuçlara
göre durumu yaşıtlarından oldukça iyi, karaciğeri, trigliseriti vb
değerleri uygun, insülün direnci yok,
vücut ağırlığı 76 kg.
Artık çoğumuz biliyoruz bağırsağın hayatımızdaki önemini. Sadece sindirim mekanizmasının bir parçası olarak değil aynı zamanda beyinle koordineli bir şekilde çalışan ve adeta ikinci bir beyin gibi işleyen bir sistem olduğu kabul edildi.Çünkü bağırsaklarımızda yaşayan faydalı bakterilerin yarattığı habitat (buna mikrobiyom deniyor) davranışlarımızı ve dünyayı algılayış biçimimizi etkiliyor. Mesela depresyonun en önemli sebeplerinden biri olarak serotonin eksikliği gösteriliyor.Ancak depresyon ve ruh hali üzerinde belirleyici rolü olan bu serotonin beyinde değil bağırsaklarda en yüksek oranda bulunuyor.Çünkü vücuttaki serotoninin%95 ini bağırsaklarda probiyotikler yapar, beyinde sadece % 5 i üretilir. Yani gidip çeşitli antidepresanlar ile beyindeki serotonin oranını artırmaya çalışırken esas önemli olan sistemi gözardı etmemek lazım. Bu nedenle probiyotik zengini bir diyet hem ruh hem de genel sağlığımız açısından akıllıca bir yaklaşım olur.
Probiyotik ve prebiyotik çoğu zaman karıştırılan terimlerdir. Aralarında çok yakın bir ilişki vardır ve yaşamımızın en önemli kaynaklarındandır. İkinci beynimiz olan bağırsakların işlevini düzenli yerine getirebilmesinden bağışıklık sisteminin güçlü olmasına kadar temel işlevleri kanıtlanmıştır.
Prebiyotikler, bağırsaklarımızdaki faydalı bakterilerin çok sevdiği yiyeceklerdir. Her gün yemek yerken “acaba bugün bağırsak bakterilerimi yeterince besleyebildim mi?” diye kendimize sormalıyız. Çünkü bağırsaklarımızda ne kadar çok dost bakteri varsa hastalıklara karşı direnç de o kadar artar.
Probiyotikler ise, ağız yoluyla yeterli miktarda alındığında sağlığı olumlu yönde etkileyen canlı mikroorganizmalardır. Probiyotik olarak kullanılan mikroorganizmaların çoğu laktik asit bakterileri grubundandır.
En önemli probiyotik kaynaklar olarak yoğurt, turşu, sirke, kefir, tarhana, peynir, eski peynir ve boza; prebiyotik kaynaklar olarak soğan, sarımsak, sebzeler, kuru baklagiller ve tahıllar sayılabilir.
Probiyotiklerden sirkeyi daha önce şurada anlatmıştım. Gelelim sağlık iksiri kefire.
Evde Kefir Mayalama
Probiyotik ailesinin en önemli fertlerinden birisi de kefir. Kefir krema kıvamında, hafif ekişimsi tadı olan fermente bir süt içeceğidir. İçeriğinde çok sayıda probiotik bakteri bulunmaktadır. Dominant yani baskın bakteri grubu; Lactococcuslardır. Son yıllarda marketlerde hazırları satılıyor. Hatta meyvelileri, aromalıları var. Ancak kefirden tam anlamı ile fayda görmek istiyorsak bence mümkünse ev yapımı (kefir danesi ya da ticari kefir mayası kullanarak) doğal olanları tüketmeye çalışmak market ürünlerine göre daha doğru olur. Meyve içeriği yok denecek kadar az olan,ancak aroma anlamında sentetik pek çok madde bulunan meyveli kefirlerdense hiç bahsetmek istemiyorum.
📍 Kefiri Kafkas dağlarındaki eski Türkler’in bulduğu ve Kafkas ırkının uzun yaşamının sırrı olduğu biliniyor. Kefir, süte karnabahara benzeyen ufak kefir tanecikleri (kefir danesi) katarak mayalanır. Yani yoğurt gibi kefir kefirle mayalanmaz. Her seferinde bu kefir danelerini ilave ederek mayalamak gerekiyor. 📍 Kefir danesi ile kefir mayalamak en geleneksel yol olmasına rağmen nasıl, nerede kim tarafından ne şekilde çoğaltıldıkları ve nasıl muhafaza edildikleri tamamen muamma olan kefir danelerinden uzak durmanızı özellikle öneririm. Çünkü süt proteinlerini yapısında taşıyan kefir danelerinin aynı sütte olduğu gibi soğuk zincir koşullarına uyulması gerekir. Sağlıklı kefir danesi olmayan durumlarda paketlerdeki toz mayaları da kullanabilirsiniz. -50 derecede liyoflize yöntemi ile dondurularak toz haline getirliyor bu mayalar.
📍 Kefir tarifine geçmeden önce şunu da belirtmem gerekiyor. İBS (huzursuz bağırsak sendromu) rahatsızlığı olanlar için kefir tüketmek pek yerinde bir seçim olmayabilir (diğer süt ürünleri gibi) . Aklınızda bulunsun
Gece saat 3 te verilen randevuma tam saatinde alınıyorum.
“Üzerinizdeki metalleri çıkartın. Sırt üstü uzanın. Omzunuzu buraya, kafanızı şuraya koyun. Dik durun ve hiç kıpırdamayın. Ellerinizi de hareket ettirmeyin. Çeşitli sesler duyacaksınız. Korkmayın, ben sizi izliyor olacağım” diyor görevli.
O dışarıya çıktığında ben uzandığım raylı sistem üzerinde kademe kademe yukarı doğru ilerlemeye başlıyorum ve böylece tüpün içine giriyorum. Gözlerim açık mı olmalıydı kapalı mı işte bunu sormayı unutmuştum. Tedbiren kapattım. Tahminimin ötesinde gürültüler başladı. Ta ta taaa taaa. Sanki taş kırıcı çalışıyor. Hemen peşinden sesler değişiyor. Gurrr gur gur guur. Dum tıss dumm tısss. Duinggg duingg duinggg. Allahım bu nasıl bir gürültü. Derin nefes alıp vererek kendimi rahatlatıyorum. Güzel şeyler düşünüp bir an evvel bitsin istiyorum. 15-20 dakika kadar sürüyor. Artık nasıl gerildiysem çıkınca epey bir rahatlama hissediyorum.
Hipokrat, “Bütün hastalıklar vücudumuza ağız yoluyla girer” demiş. Bu çok zekice gözlem birkaç bin yıl önce yapılmış olmasına rağmen, onu dikkate almakta gönülsüz davranmaya hala devam ediyoruz. Kötü beslenme alışkanlıklarımızı kuşaktan kuşağa aktarıyoruz. Bahane olarak doğallıktan uzak zor zamanlarda yaşıyor olduğumuzu gösteriyor ya da uygarlığın sırtımıza ağır yükler yüklediğini öne sürüyoruz. Ancak, işin aslı, üzerimize binen yükün kaynağı kaybolan sağlığımız, en ufak esintide çöken bağışıklık sistemimiz, aşırı kilolarımız, tembelliğimiz ve vücudumuzun işlevini görmesini sağlayan fizyolojik kuralları dikkate almayışımızdır.
Son yıllarda sık sık antioksidan ve serbest radikal ifadelerini duyuyoruz. Falanca meyve antioksidan, filanca yemek serbest radikal içeriyor gibi söylemlere maruz kalıyoruz. Nedir bu antioksidan ya da serbest radikal derseniz anlatmaya atomlardan başlamak gerekiyor. Canlılık dediğimiz şey aslında tamamen atomlar arası proton ve elektron alışverişidir. (Bir de nötronlar var tabi ama onlarda elektrik yükü yok biliyorsunuz) Asidik dediğimiz sıvılar proton yüklüdür yani artı (+) yüklü atomları çoktur. Elektron yüklü maddelerin yani (-) yüklü atomların çok olduğu sıvılar ise alkali sıvılardır. Yani vücuda ne kadar çok elektron yüklü besin girerse o kadar alkali oluruz. Proton yüklü atomlar çok saldırgandır. Hemen kendine fazladan bir elektron alabileceği yapıları arar. İşte bu protonlara serbest radikal denir. Yani serbest radikaller asittir. İşte bu protonu fazla elektronu az olan serbest radikallerin tek derdi elektron bulmak. Radikal bir şekilde hareket ederek elektron ararlar. Serbest radikallerden kurtulmanın yolu da antioksidanlardır. Çünkü antioksidanlar serbest radikallere elektron verir. Yani antioksidanlar alkalidir. Antioksidan olarak bildiğimiz pek çok vitamin, mineral, sebze, meyve, kuruyemiş, balık vb fazladan elektron taşıdığı için serbest radikalleri nötralize edebilirler. Sonuç olarak asitlenme ve oksitlenme benzer ifadelerdir. Bu minnacık gıda kimyası bilgisi çok çok önemli. Serbest radikallerin ve antioksidanların öneminin anlaşılması için bunca ayrıntıya girdim. Çünkü biliyorum ki bir işin mantığını anlarsak, aklımıza yatarsa hayata geçirmek daha bir kolay oluyor. Hastalıkları ancak ve ancak , “düşman”ımızın zaaflarına ilişkin yeterince bilgi sahibi olabilirsek bertaraf edilebiliriz.
Çiğ sebzeler antioksidan özelliklerinden dolayı vücudumuzu alkali yapar. Özellikle kırmızı et gibi vücudumuzda asitlenmeyi artıracak besinler tüketilirken beraberinde çiğ sebze tüketmek bu nedenle çok önemlidir.
KIŞ MEVSİMİNİN NEFİS SEBZE MEYVELERİ
Şimdi marketlerde, pazarlarda boy gösteren ve tam mevsimi olan sebze ve meyvelerin kıymetini bilmek lazım.Aslında yemek için eline aldığın, tabağına koyduğun her meyveye sebzeye can alıcı bir gözle baksan içinde muhteşem bir mekanizma, üzerinde güneşin sıcaklığı, doğanın her hali apaçık ortada. Her bir ısırıkta, toprağın kokusunu, tarlanın esintisini hissetmek, yağmuru damağında duyumsamak mümkün. Aşağıda belirttiklerimle sınırlı olmasa da birkaç tanesine yakından bakmak istedim:
MOR LAHANA
Doğadaki şahane renkli sebzelerden birisi. “Mor” en çok enerji içeren renklerden 🔌 Meyve ve sebzelerde renk koyulaştıkça antosiyanin miktarı artmaktadır. Antosiyaninin fazla olması demek antioksidan etkinin artması demektir. Koyu renkli antosiyanin deposu mor lahanayı çiğ tüketebileceğiniz gibi ince ince kesip sirke ve limon ilavesi ile kavanozlara koyup bir hafta kadar dolapta muhafaza ederek de tüketebilirsiniz.
Yapılışı çok kolay:1 bütün lahananın üzerindeki ilk iki katı alarak iyice yıkadıktan sonra sebze soyucu ile veya bıçakla incecik doğrayıp üzerine bir miktar tuz döküp 2-3 saat suyunu salana kadar bekletin.İnce ince kıymak için sebze soyucu oldukça pratik. Bu süre sonunda yumuşama olduktan sonra üzerine ½ çay bardağı ev yapımı elma sirkesi ve bir tane de limon sıkarak (damak tadınıza uygun miktarda) 3-4 dakika kadar ovalamak suretiyle daha da yumuşattıktan sonra kavanoza doldurup buzdolabında 1 haftalık salata desteğinizi hazır edebilirsiniz. Karışıma su değmemesine özen gösterin.Özellikle ani gelen misafirlerde kurtarıcı oluyor.
✔ Mor lahana, K vitamini ve antosiyanin bakımından zengin oluşuyla beyin fonksiyonlarını ve konsantrasyonu güçlendirici etkiye sahiptir. Az bilinen K vitamini vücudumuz için çok önemlidir. Kalsiyum paradoksundan korunmanın en iyi yolu K vitamini alımı ile vücudu desteklemektir.
✔ Mor lahana bağışıklık sistemini güçlendirir ve dolayısıyla vücudun hastalıklara karşı direncini artırır.
✔ Ayrıca bol miktarda sülfür içermesinden dolayı akne ve sivilcelere iyi geldiği biliniyor.
Önemli bir not: Kırmızı lahana diğer turpgiller gibi bedenin iyot emilimini azaltır. Bu yüzden haftada 3-4 kez lahana yiyen kişiler iyotlu tuz tercih edebilir. Ayrıca bazı bünyelerde gaz sorunu yapabilir. Bu durumda tükettikten sonra papatya, rezene gibi çaylar içilebilir.
Unutmayınnn..Ne kadar mor o kadar antioksidan👊 Mor diyince en güzel morlardan bir tanesi de kara mürver. Gripte kara mürver ekstresini denediniz mi?
KIRMIZI PANCAR
Kış, pek çoğumuz için ev demek, battaniye demek, yatak miskinliği demek, camdan izlenen yağmur ve kar demek, koltukta yayılıp kitap kahve keyfi demek hatta artık bir türlü aydınlanmayan gün nedeniyle iyice bir yavaşlamak hareketsizlik demek. Dışarıda kar yağdıkça her sabah tırmanacağım dağı düşünerek ev kadını olmayı düşlüyorum. İşte bütün bu durumlar da beslenmeye daha fazla özen göstermeyi olabildiğince renkli sebzelere yönelmeyi gerektiriyor.
Yine koyu renkli sebzelerden olan kırmızı pancar, özellikle kansızlıkta ve demir eksikliğinde çok etkili bir kök bitki. Kansızlık problemi olanların pancar&havuç suyu tüketmeleri fayda sağlayacaktır. Havuç suyu ile eşit oranda karıştırılarak içilen pancar suyu kısa sürede kan yapımına destek verir. Ülkemizde pek çok insanın kansızlık sorunu olduğu dikkate alındığında bu bilgi çok önem kazanmaktadır.
✔ Kırmızı pancardaki kanser önleyici antioksidanlar olan “betanin” ve “vulgaxanthin” kaynamaya maruz kalan pancarlarda azalıyor; o yüzden en iyisi çiğden rendeleyip, sızma zeytinyağ, tuz, limon, biraz elma sirkesi ve nar ekşisi ile salatasını yapın; çok lezzetli ve son derece faydalıdır. Ya da 15 dakikayı geçmeyecek şekilde haşlayarak turşusunu da yapabilirsiniz.
✔ İçerisine biraz da dereotu ve nane kıyarak enfes bir lezzet oluşturabilirsiniz. Veya yoğurdun içine rendeleyerek de tüketebilirsiniz
✔ Hazır satılan konserve pancar ve pancar turşuları ön bir haşlamadan geçiyor. Hem de tuz oranları aşırı yüksek oluyor
✔Kırmızı pancar spor yapanlar için dayanıklılığı ve direnci artırdığı için spor öncesi ve sonrasında tüketilmesi faydalıdır.
Kırmızı pancar turşusu yapılışı çok kolay: Kırmızı pancar soyularak orta boyda olacak şekilde doğranır.Tencereye dizilir ve üzerini 1 parmak geçinceye kadar su ilave edilir.Diri kalacak şekilde düşük ısıda pişirilir.10-15 dakika kadar haşlanır (Fazla kaynatılırsa içerdiği antioksidanlar büyük ölçüde azalır) Piştikten sonra sarımsak, defne, karanfil, fesleğen ve karabiber ile sirkeyi ilave edilir. Soğuyunca hemen servis edebilirsiniz.
AVOKADO
Sonbaharın gelmesiyle avokadonun mevsimi başladı ve artık iyice bollaştı. Oldukça yağlı bir meyve olan avokado çok iyi bir vitamin deposu (E, A ve B vitaminleri) besin değeri çok zengin bir süper gıdadır. Şöyle ki yarım avokadoda 2 gram protein var.Gerekli olan 9 amino asidi içinde barındırıyor ve üstelik Omega 3 zengini mucize meyve.
✔Avokado en yüksek K vitamini değerlerine sahip olan meyvelerdendir. Her gün 1 adet avokado tüketmek adeta multivitamin tablet almak gibi olup çok faydalıdır. Kabuklarını da atmadan cildinize sürebilirsiniz.
✔Hızlı olgunlaştırmak için koyu renkli bir poşette elma ya da muz ile saklayabilir veya kese kağıdına sararak bekletebilirsiniz. Avokadonun en iyi yeme olgunluğu, parmağınız ile bastırdığınızda hafif çöküyorsa olmuştur.
✔Avokado folat bakımında çok zengin bir meyvedir ve folat kalp sağlığı bakımından ciddi bir önem taşır. Günlük bir fincan avokado folat ihtiyacının %23’ünü karşılar.
✔Avokado göz sağlığı için gerekli olan lutein ve zeaksantin içerir. Bu iki karotenoid göze bağlı hasarları en aza indirmekte ve yaşa bağlı gelişen riskleri azaltmaktadır. Avokadonun içerdiği bol miktardaki yüksek lif ve karotenoid lutein göz sağlığı için oldukça önemlidir.
✔Yapılmış olan bir çalışmada insan lenfositlerini yani kemoterapinin yan etkilerini azalttığı gösterilmiştir. Diğer bir araştırmaya göre avokadonun özünde bulunan madde sayesinde prostat kanseri hücresinin büyümesini engellediği kanıtlanmıştır.
✔Avokado magnezyum ve potasyum miktarı açısından oldukça zengin bir üründür. Bu iki madde kan basıncını azaltmaya en büyük yardımcıdır. Avokado diğer meyvelerden daha fazla magnezyum oranına sahiptir.
Olgunlaştırılmadıysa acı olup yenemeyen; olgunlaştırdıktan sonra bile tek başına yemesi yavan olabilen avokadoyu damak tadınıza göre tüketebilirsiniz. Benim önerilerim:
Limon, karabiber, himalaya tuzu ve nar ekşisi ile harika bir tat olabiliyor (buna biraz da chia tohumu ekleyerek tüketebilirsiniz) Ayrıca sarımsak ile püre haline getirilmişi de çok lezzetlidir👌 Salatası : Roka, Maydanoz, 1 Adet Yumuşamış Avokado, Soğuk Sızma Zeytinyağı, Himalaya Tuzu, Taze Limon Suyu, Çiğ Susam, Çiğ Kabak Çekirdeği İçi, Çörek Otu ile çok lezzetli ve besleyici bir avokado salatası yapabilirsiniz.
📌Bu arada avokado alırken sap kısmının kopmamış ve kabuğunun darbe almamış olduğuna dikkat edin
📌Eğer avokado stoğunuz çoksa hafif olgunlaştığı anda bir kısmını soğukta muhafaza ederseniz daha iyi olur
📌Yağlı bir meyve olduğundan kesilmiş avokadonuzu kısa süreli olarak soğukta, hava almayacak şekilde muhafaza edin, aksi halde acılaşır ve hızlı bozulur.
📌Bir yerlerde avokadonun anne sütünü azalttığını ve emziren bayanlara önerilmediğini okumuştum.
TRABZON HURMASI
Kışla birlikte pazarda-manavda görmekten mutluluk duyduğum bir meyve Cennet Hurması (Trabzon Hurması) İlginç ve güzel bir meyve olan kocayemiş, kara hurma adlarıyla da bilinen cennet hurması (trabzon hurması) bol miktarda, protein, karbonhidrat, selüloz (lif), fosfor, kalsiyum, demir, sodyum, tanen, potasyum, magnezyum, A, B1, B2, B3, C vitaminleri kaynağıdır
✔ Bağışıklık sistemini güçlendirebilen, kalp-damar, sindirim sistemi hastalıklarına iyi gelebilen, sindirim sistemi hastalıklarının tedavisinde de kullanılabilen, kötü kolesterolü (LDL) ve yüksek tansiyonu düşürücüözellikleri ile çok değerli bir meyvedir.
✔Demir içeriği ile kansızlık yaşayanlara iyi gelebilecek bu meyvenin yeme olgunluğuna ulaşması avokado gibi biraz zaman alıcı olabiliyor. Akşamdan süte koyduğum chia tohumunu sabah cennet hurması ile birleştirdiğimde nefis oluyor 🍴 Lif içeriği yüksek olan hurma kabızlık problemi yaşayanlar için ideal meyvelerden biri. Sadece yüksek şeker oranına dikkat. Doğru zamanda yenmeli.
✔ Bu tür şeker içeriği yüksek meyve tüketiminden sonra çiğ kavrulmamış badem, ceviz ve fındık gibi kuruyemiş tüketilmesi faydalıdır. Çünkü meyve şekeri olan fruktoz kan şekerini ani yükselttiğinden bunu dengelemek gerekir. Genelde çiğ kuruyemişler en iyisidir. Meyvenize serpeceğiniz az toz tarçın da bu dengeyi iyi korur.
Ayrıca fırında balkabağı yapıp hurma ile tatlandırıp ceviz ile taçlandırabilirsiniz 🎃 Güzel bir tatlı alternatifidir.
TÖNGEL (BEŞBIYIK-MUŞMULA)
Çocukluğumun meyvesi. 😋 Hangi adını yazsam bilemedim. Karadeniz Bölgesinde bol yetişen bir meyve töngel. Şu sıralar kısa bir süreliğine daha pazarlarda-marketlerde görebileceğimiz bir meyvedir.
Dalından kopartıldığında sonra sert olup, tadı buruk ve acımsı olduğu için yenmesi güç. Ancak bir süre serin ortamda bekletildikten sonra meyve eti koyu kahve rengine dönüşür (köynümüş denir-hatta çürük gibi gözükür) ve yumuşayarak yenilebilecek olgunluğa erişirler.
✔ C vitamini açısından zengindir. Solunum yolu enfeksiyonlarında ve öksürük durumunda destekleyici etkisi vardır.
✔ Bağırsak hastalıklarına, iltahaplarına iyi geldiği, kabızlığa karşı etkili olduğu, kan dolaşımını düzenlediğini ve sinirleri güçlendirdiği bilinmektedir.
Asitlenmeye bağlı hastalıklar bir gecede oluşmaz ve birkaç günde temizlenemez. O nedenle alkalli beslenme bir yaşam biçimi olmalıdır. Eğer teşhis edilen kronik bir hastalığımız olsaydı beslenmemizde köklü değişiklikler yapmaya mecbur kalacaktık. Oysa daha alkali bir beslenme, bol alkali su, alkali mineral desteği ve egzersiz ile hastalanmadan değişim yaşayabiliriz.
Geleceğin hekimi artık ilaç vermeyecek
Hastalarına insan bedenini, beslenmenin
ne olduğunu, hastalıkların nedenlerini ve
bunları önlemenin yollarını anlatacak.
- Thomas Edison
Edison’a katılıyorum. İlerleyen süreçte insanoğlu başına gelen hastalıkları kaderine bağlamamayı, topu genetiğe atmamayı kavrayacak.
Doğal ürünlere dönüş daha da hızlanacak.
Çok geç olmadan işlenmemiş-doğal-bitki-bitkigil olan gerçek besinleri tüketelim.🎄🌰🍎🍏🍇🍌🍒🍆 Bu postta bahsedemediğim ıspanak, pancar, kereviz, enginar, brokoli koyu yeşil ne varsa, hepsi bir cevher. Yaşasın tüm koyu yeşile, mor, turuncu kış sebzeleri. 😉Think like a proton (+) Always be positive.
📍 Alkali beslenme ile ilgili diğer yazılar için 👆 1 & 2 & 3