8 Mart 2016 Salı

Etobur - Otobur İkilemi ~ MICHAEL POLLAN

 

 Sarsıcı.

Tabağına koyduğu yiyeceği önemseyen ve yediği şeyin tam olarak farkına varmak isteyen herkes için gıda maddelerinin topraktan soframıza uzanan yolculuğunu anlatan harika bir araştırma kitabı.

Araştırmacı - yazar Michael Pollan,  bu gıda bolluğunda hem et hem de ot tüketebilen insanoğlunun nasıl olup da ikileme girdiğini ve sağlıksız beslenerek aslında aç kaldığını,  ‘neleri yemeliyiz?’ sorusuna hala daha doğru cevabı bulamamış olmasını gerekçeleri ile anlatıyor. Ancak uyarayım, öğreneceğiniz şeyler pek iç açıcı şeyler değil. 

Türkçe’ye Etobur- Otobur İkilemi adıyla tercüme edilmiş bu kitabın orijinal adı The Omnivore’s Dilemma. Kitabın bütün olarak değerlendirdiğimde dilimize çevirisini başarılı ve anlaşılır bulmakla birlikte kitabın isminin Türkçe çevirisini kitabın özünü ve anlatmak istediğini tam yansıtmadığını düşünüyorum. Kitabın ismi , konusu hakkında yanlış anlaşılmalara sebep olabilecek nitelikte. Çünkü Omnivore un  aslında dilimizdeki karşılığı için hem bitkisel hem hayvansal besinle besleneni karşılayan ‘hepçil’ ya da ‘hepobur’ tabirlerinin herhangi birinin kullanımının ‘etobur - otobur’ olarak ayrıştırmaktan daha uygun olacağını düşünüyorum. Kitapta etoburluk ve otoburluk üzerine bilgiler veriliyor ama bunların kıyaslanmasını veye birinin diğerine üstünlüğünü savunan bir kitap değil.

Kitap üç temel bölümden oluşuyor. Güneşten fotosentez gerçekleştiren bitkiden soframızdaki yemeğe giden yol kronolojik düzenin tersinden ele alınmış kitapta:
Birinci bölüm endüstriyel gıda zincirini ele alıyor. Bu bölümde endüstriyel tarımın favori bitkisi mısır her yönü ile ele alınmış. Büyük baş hayvanların, tavukların, domuzların, piliçlerin, kuzuların, levreklerin ve hatta etobur somon balıklarının bile mısırla beslendiğini öğreniyoruz. Otlaklarda, meralarda beslenmesi gerekirken, mısırla semirtilen ineklerin sütleri ve sütlerinden yapılan peynir ve yoğurtların temelinde mısır olduğunu, endüstriyel yumurtaların aslında mısırdan meydana geldiğini okuyoruz. Ticari mısırın Iowa’daki tarlalardan soframıza uzanan tuhaf yolculuğunda Michael Pollan bir çuval mısırın izini sürerek adım adım geçtiği yolları anlatıyor. Yine bu bölüm içerisinde işlenmiş gıdalara da değiniyor ve tüketici açısından nasıl bir bilinmezlik ile karşı karşıya olunduğunu gözler önüne seriyor. Görüntüsü, rengi, lezzeti ne kadar farklı olursa olsun ve birbirinden farklı binlerce çeşit gıda üretilmiş olursa olsun hepsinin üstündeki göz boyayan ambalajı kaldırdığınızda endüstriyel tarımın tek tipleştirmesini McDonalds nuggetlarını örnekleyerek somutlaştırıyor !!

✔Yazarın ‘Kırsal - Çimen’ başlığını verdiği ikinci bölüm organik gıda sektörünün ne kadar ‘organik’ olduğunu irdeliyor. Hazır gıdalar ve endüstriyel tarım sonucu organik pazarlara yönelen insanlar bu sefer de ‘endüstriyel organik’ ve ‘sürdürülebilir organik’ olmak üzere iki tip organik gıda ürünü ile karşılaşıyorlar. Marketlerde artık paket paket endüstriyel organik gıda ürünleri başı çekiyor ve bu organik ürünlerin endüstriyel gıdalar ile arasında çok ciddi fiyat farkları var. Sektörün bu kısmında durum ne bu bölümden öğreniyoruz.

✔Yazar, ‘Kişisel - Orman’ adını verdiği üçüncü bölümde endüstriyel ve organik gıdalar kullanmadan kendi topladığı, avladığı ve yetiştirdiği ürünlerden bir yemek hazırlama serüvenini aktarıyor. Bunun günümüz koşullarında ne kadar mümkün olduğunu veya olmadığını deneyimlemek istiyor.

Kitapta burada layıkıyla özetleyemeyeceğim kadar çok altını çizdiğim pasaj var. Satır araları pek çok bilgi ile dolu. Yine de bazı alıntıları fikir vermesi açısından paylaşıyorum. Şu var ki kitap ancak bütünü ile okunduğunda tam olarak anlaşılabilir ve konu iyice kavranabilir:
  • “Kişi ormanda yem ararken leziz olan ile öldürücü olanı nasıl ayırt edebilir? Mutfak simyagerleri doğanın hammaddelerini en lezzetli yemeklere dönüştürmeyi nasıl başarmışlardır?” (s. 23)
  • “Günümüzde yaşadığımız sağlık ve beslenme sorunlarının çoğunun nedeni çiftlikte meydana gelenlere dayanmaktadır ve bunların ardında çoğumuzun haberdar olmadığı belirli birtakım hükümet kararları yer almaktadır.” (s.23)
  • Güneş enerjisinin yerine fosil enerjisi koyarak; milyonlarca hayvanı kapalı hapishanelerde yetiştirerek; onları asla yemeyecekleri yemlerle besleyerek ve kendimizi tahmin ettiğimizden çok daha tuhaf yiyeceklerle besleyerek hem doğanın sağlığını hem de kendi sağlığımızı riske atmaktayız.(s. 24)
  • “Aslında neyi yediğimiz ve nasıl yediğimiz dünyayı kullanma biçimimizi ortaya koymaktadır.” (s. 25)
  • “Eğer kişi yediklerine denkse, biz de büyük oranda mısırdan - ya da en azından işlenmiş mısırdan- oluşuyoruz demektir.” (s.34)
  • “Öğütücüden her gün milyonlarca ton ağırlığında yiyecek akıyordu. Günün her saati bir traktör dolan havuzu boşaltıp elli tonluk yeni bir mısır yığınını getiriyordu. Sürücü traktörün göbeğinde bulunan bir subabı açıyor; ince bir mısır deresi akmaya başlıyordu. Binanın diğer tarafında bulunan tankerler binlerce litre sıvılaştırılmış yağı ve protein desteğini pompalıyordu. Öğütücüye bağlı bir barakada sıvı vitamin ve sentetik östrojen fıçıları bulunuyordu. Bunların ötesinde yirmi kiloluk antibiyotik çuvalları -Rumensin ve Tylosin-paletlenmişti.” (s. 96)
  • “Mısırla beslenmiş et bizim açımızdan daha az sağlıklıdır - çayırda otlanan ineklerin etine nazaran daha fazla doymuş yağ ve daha az omega 3 içerir. Et yemeyle ilişkili olan bir çok hastalığın aslında mısır-besili-et yemeyle ilgisi olduğunun gösteren araştırmalar yapılmaktadır.” (s. 97)
  • “Bir çok açıdan bakıldığında kahvaltı tahılları işlenmiş gıdaların bir prototipini oluşturmaktadır: Dört sentlik ucuz mısır (ya da tahıl) dört dolarlık bir ürüne dönüştürülüyordu. İşte buna simya denir!” (s. 118)
  • “Çimenin güneş ışığıyla beslendiği ve hayvanların da çimenle beslendiği bir dünyada yemek, gerçekten de bedavaydı.” (s. 262)
  • “Çimen besili etleri yemek, besin değerlerinin de gösterdiği üzere evrimsel açıdan daha anlamlıdır ve bizim açımızdan daha iyidir. Çimen besili et, süt ve yumurta, hububatla beslenen hayvanlara kıyasla daha az toplam yağ içermekte ve daha az doymuş yağ oranı ihtiva etmektedir. Çimen besili hayvanlar aynı zamanda konjuge linoleik asit (CLA) de içerirler;bu yağ asidinin kilo vermeye ve kanserle savaşmaya faydalı olduğu yakın zamanlarda yapılan çalışmalar tarafından ispat edilmiştir."  (s. 319)
  • “Ancak tamamen bilinçli bir biçimde yediğimiz zaman yaptığımız şeylerin gerçek maliyetini hatırlarız.Et suyu konservesi kullanmamış olmamın nedeni et suyunun konserveden elde edilmiyor olmasıdır. Bir paket maya satın almamamın nedeni mayanın paketten değil soluduğumuz havadan kaynaklanıyor olmasıdır” (s. 479)

Araştırmalarını çok anlaşılır, akıcı ve keyifli bir şekilde okura anlattığı için aldığı ödülleri ve övgüleri kesinlikle hakkettiğini düşünüyorum. 

Başta sağlıklı beslenmeyi önemseyen herkese, ardından çocuğunun beslenmesini ciddiye alan anne-babalara, sağlık problemi yaşayan ve doğru beslenme ile çözümlemek isteyenlere, ne yiyeceğimizi şaşırdık artık doğru beslenme ile yüzleşelim diyenlere, gıda - tarım sektörlerinin içinde aktif rol alanlara özellikle tavsiye edebileceğim bir kitap. Ancak günümüzde pek çok insan da endüstriyel gıdalar ile beslenmekten, colaları hüpletmekten , fast foodları lüpletmekten  son derece mutlu olup üzerinde düşünme gereği duymamaktadır. Bu kitap muhtemelen bu tür kişiler için çok uygun değildir.

Nihai olarak bu kitap yeme zevkine dair; bilme sonucunda derinleşen bir zevke dair bir kitaptır.
Yazarın web sitesi için  Michael Pollan 👆 
Sağlıkla kalın; keyifli geceler..🍵 📚

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder