29 Temmuz 2016 Cuma

Tatil Okumalarımız : Yaman Tilki ~ Roald Dahl



Bu yaz “Yaman Tilki” yi iki kez okuduk.. Yani yaz tatilinde bir çocuğun bir kitabı ikinci defa okumak istemesi azımsanacak bir şey değildir bilirsiniz. Şunu anladım ki çocuklar mizahı seviyor, hınzır kahramanlar içeren matrak kitaplara bayılıyor. İki kere okuyup eğlendiğimiz bu kitabı başkaları da alıp okusun, eğlensin istedim ve o nedenle de anlatıyorum. Ama maksat tabii ki sadece eğlenmek değil. Pek çok çocuk kitabında olduğu gibi zahirde çok basit ama batında çok derin mesajlar veriyor. Üstelik bunu dikte edici bir şekilde değil, usulca hiç hissettirmeden başarıyor.

“Yaman Tilki” Roald Dahl tarafından yazılmıştır. Akıcı hikayesini renkli karakterlerine ve hareketli kurgusuna borçlu. Her Roald Dahl kitabında olduğu gibi bu masalda da çok zeki bir ana kahraman ve bunun antagonisti olarak da akıllı olduklarını sanıp aptallıklarının kurbanı olan kötü karakterler var. Kahramanımız Yaman Tilki, karısı Tilkiye Hanım ve dört yavrusu ile birlikte yer altında yaşamaktadır. Sevgi dolu bir ailedir. Tilki Bey ailesine karşı çok nazik bir aile reisi. Anne Tilki de aldığı her kararda eşinin yanında yer alan örnek bir anne. Tilki Bey ailesini beslemek için her akşam yakın civarda yaşayan Boggis, Bunce ve Bean adlı üç zengin çiftçiden tavuk, ördek veya hindi çalmaktadır. Boggis, Bunce ve Bean kötü kalpli, öfkeli, ellerindeki ile yetinmeyi bilmeyen, açgözlü karakterdedirler.  Yaka silktikleri bu tilkiyi bir türlü yakalayamamakta ve bu nedenle de öfkeleri her geçen gün artmaktadır. Sonunda Tilki Bey ve ailesinden iyice bıktıkları için tilkiyi yakalamaya ant içerler ve tilki yuvasının deliğinin başında günler geceler geçirerek tilkiyi ele geçirmeye çalışırlar. Bizim av planı yaparken rüzgarı bile hesaba katan kurnaz tilki başlangıçta çiftçiler tarafından gözetlendiğine uyanamayıp çiftçilerden kıl payı kurtulur; sadece kuyruğundan olur. Ama bir daha da dışarı çıkmaz yuvasına saklanır. Uzun beklemeler sonucunda  çiftçilerin kafası iyice atar ve toprağı küreklerle kazarlar yetmez bi de traktörlerle kazmaya devam ederler. Çiftçilerin dışarıdan, Tilki Bey ve  ailesinin de yer altından kazarak sürdürdükleri bu kovalamaca bir süre böyle devam eder. Bu kuşatma sadece tilki ailesini değil, komşu diğer hayvanları da etkiler. Perişan haldeki dostlarını kurtarmak da yine “Yaman Tilki"ye düşer… Aile müthiş bir birlik beraberlik sergiler. Derken hinoğluhin Tilki Bey’in aklına bir fikir gelir eee Tilkiye Hanımın eşi için “yaman bir tilkidir” demesi boşuna değildir hani. Biraz daha uğraşarak yer altından çiftçilerin çiftliklerine tünel açmayı başaran Yaman Tilki sivri zekası ile yaptığı plan sayesinde üç pinti çiftçiye daha çok nöbet tutturacaktır.






Roald Dahl masallarında ahlaki konulara farklı bir gözle bakmayı sağlar. Ters köşe yapar, kafayı kurcalar. Bu kitabında da buna çok güzel örnekler var.  Mesela Tilki Bey ile Porsuk arasında şöyle bir diyalog geçer:

Porsuk birden “Bütün bunlar seni biraz üzmüyor mu, Tilkiciğim?” diye sordu.
“Üzülmek mi?” dedi Tilki Bey. “Neden?”“Bütün bu …  hırsızlıklarTilki Bey kazmayı bırakıp acaba aklını mı kaçırdı diye Porsuk’ a bakmaya başladı. “Azizim Porsuk Efendi,” dedi. “Bana dünyada çocukları açlıktan ölmek üzere olan bir babaya birkaç tane tavuk aşırdı diye kızacak bir kişi gösterebilir misin?”Porsuk bu konuyu derin derin düşünürken kısa bir sessizlik oldu.
Tilki Bey “Sen gereğinden fazla namusluluk taslıyorsun,” dedi
Porsuk da “ Namuslu olmak kötü bir şey değil ki,” diye cevap verdi
“Bak,” dedi Tilki Bey, “Boggis, Bunce ve Bean bizi öldürmek üzereler. Bundan şüphen yok, sanırım”“Yok Tilkiciğim yok,” dedi yumuşak başlı Porsuk
“Ama biz onların bize yaptığını yapacak değiliz. Biz de onları öldürecek değiliz”“Yok canım, biz öyle bir şey yapar mıyız?” dedi Porsuk
“Öyle bir davranışı aklımızdan bile geçirmeyiz,” dedi Tilki Bey.
“Ama şuradan buradan ailelerimizi ölümden kurtarmak için bir iki parça yiyecek bir şeyler de kaldırabiliriz, bu olmaz mı?”“Olur, herhalde,” dedi Porsuk.
“Onlar kötülük etmek istiyorlarsa bırak etsinler,” dedi Tilki Bey. “Ama biz burada yerin altında yaşayanlar, barışsever kişileriz.”

Roald Dahl, çocuklar için çok sayıda kitap yazmış ve hatta pek çoğunun filmi de var. Bunların çoğunu mutlaka duymuşsunuzdur. Örneğin “Charlie’nin Çikolata Fabrikası”, “Charlie’nin Büyük Cam Asansörü”, “George’un Harika İlacı”, “Kaplumbağa”, “Matilda”, “Cadılar”, “Dev Şeftali”… sevilen kitaplarından bazıları. Bunlardan Charlie’nin Çikolata Fabrikası ile ilgili izlenimlerimi şu yazımda anlatmıştım.

“Yaman Tilki” yi okurken maceraya eşlik eden çizimlerden de keyif aldım. Her zaman olduğu gibi Quentin Blake’in çizimleri kitabı süslüyor. Resimler küçük ve insanı gülümseten ayrıntılarla dolu…Keşke Can yayınlarındaki baskısında da İngilizce baskısındaki gibi çizimler büyük ve renkli olsaydı. Oğlumun tepkilerinden yola çıkarak, çocuk kitaplarında görsel zenginliğin  en az hikayenin kurgusu kadar önemli olduğuna inanıyorum.






Kitap temelde ava gidenin avlandığı mücadeleyle geçen bir kovalamaca öyküsünü anlatıyor. Ama ebeveyn-çocuk ilişkileri ve dostluk üzerine de çok önemli alt mesajlar içeriyor. Tilkiye Hanımın Tilki Bey’e duyduğu sevgi ve minik tilki yavrularının babasıyla olan diyalogları  benim içimi öyle bir ısıttı ki… Dayanışma, birbirini dinleme, fikirlere değer verme,  son ana kadar mücadele gibi birbirinden önemli davranış örnekleri içeriyor olması öykünün kıymetini artırıyor.

Özetle “Yaman Tilki” kremalı pasta yerken pastanın içerisine gizlenmiş kocaman tek bir muz parçasının ya da karpuzun en sulu ve tatlı diliminin lezzeti gibi bir tat bıraktı bizde. Kitabın kapağını kapattıktan sonra da insana ‘daha fazla Roald Dahl…’ dedirtiyor. E boşuna Roald Dahl’a dünyanın 1 numaralı hikaye anlatıcısı demiyorlar. İşte bu nedenle sırada Roald Dahl’ın “Benek Tozu ve Diğer Müthiş Sırlar” isimli kitabı var.

27 Temmuz 2016 Çarşamba

Tanrılar Okulu ~ Stefano D’Anna

"Düş, varolan en gerçek şeydir."


Sabah saat 05:20
Gözlerimi aralıyorum, gün aydınlanmış bile. Uyanmama normalde bir saatten fazla zaman var. Ama daha uyumak istemiyorum, bu sabah da böyle olsun. Laptopu alıp usulca balkona geçiyorum.  Gerçek uyanışım ise kaynamış suyu fincanıma boşaltırken gerçekleşiyor.  Kahvenin tazecik kokusu uykudan ayılmaya çalışan zihnimi iyice uyarıyor, glutensiz ve biçimsiz kurabiyelerimden kahvenin yanıma atıştırmalık birkaç tane alıyorum. Günün doğuşunu izleyerek bir şeyler karalamaya hazırlanırken kendime günün doğuşuna eşlik edecek müzik açmayı da ihmal etmiyorum. ☕  🎶

Gün doğumunu izlemek kadar güzel ne var ! Kendinizle baş başa kalabileceğinizin garanti olduğu yegane zaman, gün doğumudur. Sabahın ilk ışıklarını selamlamaya karar verdiğiniz an doğa da size reverans yapacaktır.


 Yaz sakinliği diye bir şey var havada. Sahi sessizlik dinlenebilir mi? 



Dönüp bakınca son birkaç aydır bloğumda pek fazla yazamadığımın farkındayım. Bunun birçok sebebi var; yaz sezonuyla hayatıma giren yeni uğraşlar, dışarıda geçen saatlerin artması ile ters orantılı olarak bilgisayar başında geçirdiğim zamanın azalması,  iş yoğunluğum, ülkenin gündemi gibi sebepler sıralayabilirim. Ancak asıl sebep sanırım bir şeyler yazmanın içimden çok da gelmemiş olması. Paylaşacak bir şeylerim olmadığından değil, hayatın içerisinden çekip çıkardığım güzellikler bulunuyor bulunmasına da, durup yaşadıklarımı, dinlediklerimi, okuduklarımı, izlediklerimi duygulara dökemememden kaynaklanan bir doğal duraklama diyebilirim. Neyse bu arada bu benim bloğumdaki 500. postum (tumblr) oluyormuş. Blog yazmayı seviyorum çünkü suyun altından başımı çıkarıp nefes almamı sağlıyor biraz, yeni hayatlar tanımama, yeni müzikler keşfetmeme hatta yeni hobiler edinmeme vesile oluyor.

500. postumda okuduğum ve gece bitirdiğim kitap Stefano D’Anna nın Tanrılar Okulu’ndan bahsedeceğim. 📖 Kişisel gelişim kitaplarını biraz da işim gereği hep okurdum ama süreç içerisinde daha çok ruhaniye kaçtım. Tanrılar Okulu’nun ismini sürekli duyuyordum. Çok satan bir kitap olduğunu biliyorum ancak çok okundu mu işte bundan gerçekten pek emin değilim. Zira etrafımda başlayıp sonunu getiremeyen veya okuması birkaç yılı bulan insanlar var.




Tanrılar Okulu, benim için sıradan bir kişisel gelişim kitabından öte bir felsefesi olan, mitolojiye göndermeler yapan, hikaye şeklinde örülmüş, kişinin üzerinde düşündükçe daha çok seveceği bir kitap oldu. Daha iyi yaşamak için kolları sıvamışken, dengede kalmak için ufak yenilikler yapmaya başlamışken karşıma çıkan bu kitabı pek çok yönü ile değerli buldum.
Konusuna kısaca değinmek gerekirse, kitabın ana  kahramanı, Dreamer adını verdiği diğer kahraman tarafından 9. Yüzyılda  yazılmış Tanrılar Okulu adındaki el yazmasını bulmakla görevlendirilir ve böylece olay örgüsü başlar.

Dreamer a göre bir insanın karşısına çıkan engeller insanın kendi sınırlarının, çelişen fikirlerinin ve zayıflığının maddeye dönüşmesidir. ”Dünya böyledir, çünkü sen böylesin” diyordu Dreamer. Şimdi bakıyorum da bütün kitabın özeti cümleydi bu. Derin anlamlar taşıyan Dreamer’ın unutulmaz özdeyişleri zaman zaman benim anlama eşiğime takıldı. O eşiği aştığımda ise düşüncelerim ondan öğrendiğim bu devrimci kavramların etrafında fırıl fırıl dönmeye başladı. Bazense okuduklarım karşısında kendimi çapraz ateş altında kalmış elleri kafasında bir sığınmacı gibi hissettim. Kendi mazeretlerime sığınıyordum elbette. Ne de olsa en güzel ninnileri kendimize söyleyerek uyutuyoruz içimizdeki düşlemeyi unutan insanı.

Tanrılar Okulu benim aklıma bir şekilde Uzun İhsan Efendiyi getiriyor. Puslu Kıtalar Atlasını okuyanlar anımsayacaktır mutlaka bu karakteri. Uzun İhsan Efendi de düşümüzde farklı dünyalar yaratabileceğimizi ancak bizim de bir başkasının düşünde yaşayıp yaşamadığımızı asla bilemeyeceğimizi söyler. Descartes’in “Düşünüyorum öyleyse varım” tezi “ Düşünüyorum öyleyse varım ancak bir başkası tarafından düşlendiğim için de var olabilirim” argümanına dönüşür.

Tanrılar Okulu okunmasını önerebileceğim ancak okurken kimi zaman insanın içini şişiren, hatta yer yer bezdiren ama sonrasında iz bırakan bir eser. Hemen herkes kitapta kendisinden bir şey bulabilir. Toplum kurallarına uyan, düzenli, rutin bir hayat süren herkesi gizli gizli tehdit eder aslında Tanrılar Okulu. İnsanları birbirine bağlayan düzen zincirinde yıllarımız akarken nasıl düşlerimizden vazgeçtiğimizi gözler önüne serer.

Dreamer ın felsefesine göre, bizim varoluş durumlarımız uygun olayları kendisine çeker ve bu olaylar, bizim içinde bulunduğumuz aynı durumları yeniden yaşamamıza neden olur. Kabul etsek de etmesek de ötekine berikine öfkelenerek, birbirimizden şüphe duyarak, lanetleyerek veya imrenerek, insanlara sadece üzülüp acıyarak, her gün trafikte, işyerinde birbirimize kızarak, başta en yakınlarımız olmak üzere insanları affetmeyerek, kibirlenerek, kararsız kalarak, arada kalarak yani bugüne kadar yapageldiklerimizi yaparak varacağımız yer farklı bir adres olmayacak. O nedenle değişmemiz gerekiyor. Benliğiminiz en karanlıkta kalmış yerlerini belirlemek, onlara meydan okuyup, onlarla savaşmak için, kendimizi fethetmek için değişmemiz gerekiyor.
Yalnız bu tür self-help kitaplarında sevmediğim şeylerden birisi de çok iddialı cümleler. O nedenledir ki çok iddialı bulduğum arka kapak metni benim hoşuma gitmedi. “Hayat; tıpkı bana yaptığı gibi, sizi de, bir mengenede soluğunuz kesilinceye kadar sıktığında, sizi içinden çıkamayacağınız hayal kırıklıklarına uğrattığında ve hiçbir çıkış yolu bulamadığınızda… işte ancak o zaman bu kitap, bir anda elinize geçecek ve sizi bulacaktır. Böylece bireysel devrim'iniz için, bir insanın hayal edebileceği en büyük maceraya hazır olduğunuzu bileceksiniz: bütünlüğünüze ve yolunu kaybettiğiniz cennetinize yeniden kavuşmak bla bla bla…” şeklinde bir paragraf. Gerek yok bunlara . Çünkü buna takılıp kitabı almaktan vazgeçerek aydınlanmaya katkı sağlayacak çok daha derin argümanı ıskalamak da olası.





Sakince uyandırılmayı sevdiğimden telefonumdaki arp melodisi hafif bir tonda çalmaya başlıyor… Birazdan lokumum uyanır, uykulu gözleri, kırmızı yanakları ile “anne ben acıktııımm” diye durum bildirimi yapar… Kahvaltıyı hazırlayayım en iyisi.
Gününüz aydın, rotanız huzur olsun. Enine boyuna derin mutluluklar dilerim

13 Temmuz 2016 Çarşamba

Solumda dağ, sağımda dağ, içimde içimi dağlayan müzikler..


Bu Muse’un nispeten az bilinen ama dinledikçe tam bir duygu keşmekeşi yaşatan sanki yüksek bir yerden insanın üzerine atlayan parçası. Bilindik gelen giriş melodisinin ardında aslında seni neyin beklediğini bilemediğin.
Bu ise sadece bir şarkı değil, bulutlu bir havadır. Kaba saba bir dünyaya yukarıdan bakan bulutlarla kaplı bir hava. 

9 Temmuz 2016 Cumartesi

Coffeshop Musics




Anılardaki yerini korur bazı mekanlar. Hele ki eşine az rastlanır bir duyguya, bir anlık neşeye  şahitlik etti ise ayrı bir anlam yükler insan basit bir ahşap masaya bile. Orada öylece oturuyorum. Tarçın kokusu, koltuk kılıfları, duvar kağıtları, simetrik dizilmiş tablolar, renkli porselen saksılardaki menekşeler , çay bardağında dönen kaşık sesleri, ağızda dağılan tarifi gizli kurabiyeler ve arka fonda çalan adını merak ettiğim şarkılar eşliğinde yeni kitabıma başlıyorum..
Cafe sahibesinin çillerle kaplı yüzündeki gülümseyiş öyle güzeldi ki…

▶️  Coffeshop Musics Playlist  ☕