17 Kasım 2016 Perşembe

Koşmasaydım Yazamazdım ~ Haruki Murakami 📖

“Sahilde Kafka”, “Yaban Koyununun İzinde”, İmkansızın Şarkısı”, “Zemberekkuşu’nun Güncesi”, “Kadınsız Erkekler”, “1Q84” “Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu”, “Sputnik Sevgilim” gibi kitaplarıyla ülkemizde hatırı sayılır bir okur kitlesine sahip olan Haruki Murakami, Koşmasaydım Yazamazdım adlı kitabında hayatında çok önemli bir yer kaplayan koşmak ve yazmak üzerine tecrübelerini paylaşmış, kişisel hayatından kesitleri kaleme almış, öz eleştiri yapmış, başarıları kadar umutsuzluğa kapıldığı anları ve yer yer endişelerini aktarmış.

Kitabı bitirdiğimde keşke Murakami okumaya bu kitapla başlasaymışım dedim. Yazarın hayat felsefesini, öz disiplinini, tutkularını, bugününü, geçmişini, yazarlığa ve koşmaya başlamasını ve daha pek çok kendisiyle ilgili detayı anlattığı bir hatırat başlangıç için çok iyi olabilirdi.



Murakami, bugün 67 yaşında bir yazar. Bu kitabını ise 55 yaşlarında yazmaya başlamış. Roman yazmaya ise 30 yaşında başlamış olduğunu öğreniyorum. Hatta yazar olmaya karar verdiği anı, saati, o günkü olayları, kokuları ve daha pek çok detayı dahi hatırlıyor ve paylaşıyor bu kitabında. Yazar olma düşünce ve isteğinden 4-5 ay sonra  İlk kitabı olan Rüzgarın Şarkısını Dinle’ yi tamamlıyor ve pek de bir beklenti içinde olmadan bir edebiyat dergisinin yeni yetenekler yarışmasına başvuruyor. Bu esnada kendi barını işletmekte olan yazar günlük iş koşuşturmacası içinde yarışmaya yaptığı  başvurusunu bile unutuyor ve yeni yetenek seçildiğinde şaşırıyor..  Yazmaya başladıktan sonraki  3 yıl hem barda çalışmış hem de yazmış. Bu süreçte bir yandan bar işletirken bütçe hesaplarını yapıp alışverişi kontrol ederek çalışanların günlük programlarını düzenliyor ve dahası bar bankosunun arkasına bizzat geçerek kokteyl ve yemekler yapıyor; diğer yandan da, gece yarısı barı kapatıp eve döndükten sonra, mutfak masasının başında uykusu  gelene kadar yazıyormuş. Bu rutinde çalıştığı yılları normal insanların iki katı bir ömür yaşamış olduğunu söylüyor yazar. Yazarlığı ve bar işletmeciliğini beraber yürüttüğü bu yıllar içinde ise ikinci kitabı olan 1973 Yılında Pinball isimli kitabını yazıyor ve çeşitli öyküler çeviriyor. Ama zamanla, bu şekilde yorgun ve bölük pörçük zamanlar yaratıp yazmanın yetmediğini, yeterince derinleşemediğini ve dahası yazma iştahını istediği gibi gideremediğini fark etmiş. Sonunda ise oldukça cesur bir karar alarak çevresinin karşı çıkmasına rağmen düzenli bir geliri olan barı tüm haklarıyla birlikte devretmiş.  Ardından bütün enerjisini ve zamanını üçüncü romanı olan Yaban Koyununun İzinde’yi yazmaya vermiş. Bu kitabı da okuyucuların ilgi ve beğenisiyle karşılanınca yazarlık konusundaki özgüveninin geliştiğinden bahsediyor.

Koşmaya ise Yaban Koyununun İzinde’ yi yazdıktan sonra başlamış Murakami. Masa başında saatler boyu oturup yazmaya ve bu esnada sürekli sigara tüketmeye bağlı olarak beden sağlığının olumsuz etkilendiğini hissedince bünyesini yoğun çalışma temposunda ayakta tutmak için bilinçli olarak koşmayı seçmiş. “… daha yeni yeni profesyonel bir roman yazarı olmuşken, yüzleştiğim ilk ciddi sorun, bünyemi ayakta tutabilmekti. Zaten kendi haline bırakınca hemen şişmanlamaya yatkın bir bünyem vardı. O zamana kadar her gün sağlam vücut gücü gerektiren bir işim olduğundan düşük kilolarda bir denge tutturmayı başarmıştım, ama sabahtan akşama kadar masa başında yazı yazmakla geçen bir yaşantıya başlayınca bir yandan vücudumun gücü gitgide azaldı, öte yandan da kilo aldım. Bir işe odaklanarak çalışırken farkına varmadan aşırı sigara da içiyorsunuz. O sıralarda günde üç paket sigara içiyordum. Parmaklarım sararmış, vücudumun dört bir yanı sigara kokmaya başlamıştı. Bu, her ne şekilde olursa olsun bedenim için pek iyi değildi. Hayatımı daha uzun yıllar roman yazarı olarak geçirmek istiyorsam, gücümü sürekli ayakta tutarak, vücut ağırlığımı da normal bir dengede koruma yöntemini bulmak durumundaydım.”

İşte hem yazarlık konusunda aldığı radikal karar hem de koşmak konusunda yaptığı başlangıç ile yazar ve eşi için bir dönüşüm süreci başlamış. Bir anlamda yaşamak istediği hayatı tasarlamış. Sabahları kalktıkları saatten yattıkları saate, görüştükleri insanlara, yaşamayı seçtikleri şehirlere varana kadar yaşam kalıplarını yenilemişler. Daha da önemlisi hizmet sektörünün bir parçası olmamanın getirdiği lüksü ve bağımsızlığı kendilerince sade bir yaşam yolu seçerek değerlendirmeye çalışmışlar. Sabah 8 akşam 6 mesaisi yapan bir beyaz yakalı olan ben bu kısımları, yaşam şekilleri ile ilgili aldıkları radikal kararları içten içe imrenerek okudum.

Bir kere koşmaya başladıktan sonra pek çok şehirde koşmuş, maratonlara katılmış, triatlon (ard arda yüzme, bisiklet, koşu) yapmış ve bir kez de ultra maraton koşmuş. Geç yaşta başladığı sporda bu denli ilerlemesini ve koşuyu hayatına kusursuzca entegre edip  yaşam biçimine çevirme sürecini hayranlıkla okudum. Hangi mesafede koşarsa koşsun koşmanın fiziksel, zihinsel ve ruhsal yansımalarını kendine has üslubu ve akıcı cümleleriyle çok güzel anlatmış. Bu kitabı yazdığı güne kadar neredeyse 25 yıl her gün düzenli olarak koşu antremanı yapmış, her sene bir tam maraton koşmuş, ilerleyen yıllarda triatlonlarda istediği başarıyı elde edebilmek için yüzme stilini sil baştan öğrenerek bisiklet sürmeyi geliştirmiş ve bu yolda fiziksel sınırlarını hep bir tık daha zorlamış olan Murakami aynı zamanda sakinlik ve sükûnet içinde yaşlanmayı kabullenebilmiştir. “Yaşamımın bu döneminde mutlu muyum mutsuz mu, kestiremiyorum, ama bunu sorun haline getirmesem de olur diye düşünüyorum. Benim için, muhtemelen herkes için de öyledir, yaşlanmak deneyimi yaşamımda ilk kez tattığım bir şey ve bu noktada tattığım hisler de, yine ilk kez tattığım hisler. Önceden yaşamış olsam, üstesinden gelebilmek için bir fikrim olurdu, ama neticede ilk deneyim olduğundan iş o kadar basit değil. O yüzden benim açımdan, şu an ayrıntı sayılabilecek kararları sonraya bırakıp, karşıma çıkanları olduğu gibi kabullenerek, bunlarla birlikte yaşamımı sürdürmekten başka yol yok.”

Koşmanın diğer sporlara nazaran avantajlarıyla ilgili yazarın tamamen katıldığım pek çok tespiti var. Koşmak için her şeyden önce, oyun arkadaşlarınızın ya da karşınızda birilerinin olmasına gerek yoktur. Uygun ayakkabılar, rahat kıyafet ve doğru düzgün bir yol olduktan sonra özel gereçlere, ekipmana da ihtiyaç yoktur. Kalkıp belli bir yere gitmeniz de gerekmez. Oysa mesela teniste durum böyle değildir. Her seferinde tenis kortuna kadar gitmeniz gerekir ve karşınızda da bir rakibin olması lazımdır. Yüzme diyecek olursanız, tek başına yapabilirsiniz ama yüzmek için uygun bir havuz bulmanız gerekir.

Murakami dünyaca kabul görmüş ve pek çok ödüle layık görülmüş bir yazar olmasına rağmen yazarlıkta da sporda olduğu gibi temel ölçütünün kendisiolduğunu söylüyor:  “Yazarlık gibi bir meslekte -en azından benim için geçerli olduğunu söyleyebilirim- yenmek ya da yenilmek yoktur. Satış rakamları, edebiyat ödülleri, gelen eleştirilerin iyiliği ya da kötülüğü bir ölçüt olabilir, ama temel bir sorun olduğunu söyleyemem. Yazdıklarımın kendi belirlediğim ölçütlere ulaşıp ulaşmadığı her şeyden önemlidir ve bunu bozacak bir bahane de kolayca üretilemez. Başkalarına karşı birçok açıklama getirebilirim. Fakat kendimi kandıramam. Temelde, yaratan kişi dürtülerini kendi doğasından gelecek şekilde içinde taşır ve kendi dışında bir kalıp ya da ölçüt aramamalıdır.”Bu denli etik düşünen bir yazarı okumamak mümkün mü?

Hüseyin Can Erkin tarafından oldukça iyi bir şekilde çevirisi yapılmış olan bu kitapta da, tıpkı romanlarındaki gibi bol müzik atıfları var. Rolling Stones, Eric Clapton, Red Hot Chili Peppers, Bryan Adams, Gorillas, Beck, Creedence Clearwater Revival, Beach Boys ve tabii ki jazz müzik, Murakami’nin koşarken dinlediği müzikler arasında. Ortak zevklerimiz yok değil.

Murakami’yi anlatan birkaç kavrama gelince, en önemli olanlar sanırım tutku, inanç, kararlılık ve dinginlik olurdu. Kitabın bir noktasında şöyle bir paragraf yazmıştı Murakami: “Önceden de yazmıştım, ama profesyonel olarak yazı yazan insanların çoğu gibi ben de bir şeyleri düşünürken aynı zamanda yazarım. Düşündüğüm şeyleri metne dökmek yerine, metni oluşturarak meseleleri düşünürüm. Yazma işlemi aracılığıyla düşüncelerimi şekillendiririm. Tekrar yazıp düzeltmek yoluyla düşüncelerimi derinleştiririm. Fakat metinleri ne kadar üst üste koyarsam koyayım, sonucun çıkmadığı; kaç kez tekrar yazıp düzeltsem de hedefe ulaşamadığım durumlar da elbette olur.”  Yazarken düşünmek düşünceleri gözden geçirmek için gerçekten harika bir fırsat.

Somerset Maugham, “Her tıraşta bir felsefe vardır” diyor. Ne kadar önemsiz görünen bir şey olursa olsun, her gün yapılan bir şey olduğunda bununla ilgili bir bakış açısının da ortaya çıkacağına işaret ediyor sanırım. Evet Murakami’de bu kitapta koşmanın ve yazmanın felsefesini en şahanesiyle okurları ile paylaşmış.

Bu kitapta yalnızca dünyaca ünlü Japon bir yazarın gizli kalmış yaşam öyküsünü değil, insanı her alanda başarıya daha doğrusu kişisel tatmine götürecek bir yol haritasını da bulabilmek mümkün. Beni de en çok etkileyen kısım bu oldu. Sürekli öğrenmeyi perçinleyen yaşam öyküsü, hiçbir şey için geç olduğunu düşünmeyen zihin yapısı, sınırlarını zorladığı beden yapısı bana kendi hayatımla ilgili yapmam gereken değişiklikler için yeni sayfalar açmam konusunda itici bir güç verdi. O nedenle bu kitabı sadece koşanlara, koşmak isteyenlere değil yeni bir başlangıç için biraz ilham ve motivasyona ihtiyaç duyan herkese tavsiye ederim.🏃
Herkese mutlu geceler diliyorum.


Geceye eşlik eden büyüleyici bir parça;   

9 Kasım 2016 Çarşamba

ALKALİ YAŞAM..3..Ev Yapımı Elma Sirkesi 🍏

Benim için elma deyince akan sular durur.  O nedenle beslenme seyir defterimde elmadan bahsetmesem olmazdı. Hele doğal köy elması ise her yıl sirke yapma fırsatını kaçırmak istemem. Çünkü vücudumuzu yüksek alkali yapabilme kapasitesine sahip besinlerden birisi de doğal elma sirkesidir


Elma sirkesi tek başına doğal ilaçtır. Elma sirkesinin diğer sirkelere oranla daha alkali formda olma özelliği, elmanın içerisinde doğal olarak bulunan, genel amaçlı bir asit dengeleyici olan, mayhoş bir lezzete sahip malik asitten dolayıdır. İçerisindeki malik asit maddesi  vücutta malat adıyla bilinen bir enzime dönüşerek yağ yakımını kolaylaştırır, vücutta asit birikimini önler ve mevcut glikozun karaciğer tarafından kullanılmasını artırır. Eğer elinizde doğal, ilaçsız elmalar varsa öncelikle bir kısmını afiyetle yemenizi geri kalanından da elma sirkesi yapmanızı öneririm 🍏 Çünkü, yiyecekleri doğada olduğu gibi yediğimizde, atalarımızın yaptığı gibi mayalayarak tükettiğimizde dost bakteriler çoğalır, gelişir. Senelerdir bağırsak, beyin arasındaki ilişki biliniyor. Bağırsak florasını oluşturan bakterilerin ruh halimizi bile etkilediği yeni bir bilgi değil. Pek çok metobolik faaliyette bağırsaktaki mikroorganizmalar rol alır. O nedenle bağırsak doğal florasını destekleyecek gıdaları beslenme programımıza dahil etmeliyiz. Kendi sirkemi kendim yapıyorum çünkü çok amaçlı kullanıyorum. Antiseptik ve mikrop öldürücü özelliğinden dolayı cam temizliğinden, tencere tava temizliğine, zemin temizliğine, bulaşık makinesinde parlatıcı olarak ve hatta saç bakımına kadar türlü konularda sirkelerden faydalanıyorum. 

Sirke yapmak çok özel bir beceri gerektirmez ancak son derece basit gibi gözükse de dikkatli bir şekilde takip etmenizi gerektiren işlemler süreci vardır. Evde sirke yapmak bir kere başlayınca ve başarılı olunca vazgeçemeyeceğiniz bir hobi aslında. Benim gibi baştan çıkıp mutfağı laboratuvar gibi kullanarak elinize geçen her meyvenin sirkesini yapmak isteyebilirsiniz. Sirke yapmanın bir kaç püf noktasını bilmek ve her fermente gıda gibi (turşu, kefir, yoğurt..) biraz sabırlı olmak en önemli kuraldır. Malum piyasada onlarca marka sirke dolu ve fiyatları da oldukça ucuz ama bu ticari sirkeler günler aylar değil sadece saatler içerisinde fermantasyon değil daha ziyade rafinasyon işlemleri sonucunda üretiliyor. İçerisine kimyasal ve raf ömrünü sağlamak amacıyla koruyucu vb katılıyor. Pastörizasyon gibi ısıl işlemler uygulanıyor. Bu aşamada pek çok fayda sağlayacak yararlı bakteri ve besin öğesi yok oluyor. Oysa sirke fermente ve probiyotik bir gıdadır, en azından öyle olması gerekir. Normalde en basit bir  ev sirkesinin oluşması bile 2-3 ay vakit alıyor. Sirke oluşumunun temel mantığı meyvenin içindeki şekerin bakteriler tarafından kullanılarak fermente olmasıdır. Sirke asetik asit fermantasyonu ürünüdür. Bakteriler sayesinde meyve şekeri önce alkole, sonra da asetik asite dönüşür.  Evde sirke yapmanın pek çok farklı metodu var. Birazdan detaylandıracağım meyvenin yanında maya olarak nohut, bulgur ve bal (şeker) kullanılan metot benim sirke yapmaya ilk başladığım metottu. Ancak zamanla önce organik ev sirkesini tek başına kullanarak ve daha sonra da sirke anasını (bu terimi ilk defa duyuyorsanız okumaya devam edin) kullanarak sirkelerimi hazırlamaya başladım. Artık sirke anası elimin altında hep var olduğu için sirkelerimi sadece sirke anasıyla kuruyorum.


İlk ev yapımı elma sirkesi metodu şöyle: 
Gerekli olan malzemeler:
  • 5 litrelik geniş ağızlı cam kavanoz
  • 2 kg organik olgun elma 🍏 
  • 1 çay bardağı nohut 
  • ½ çay bardağı bulgur 
  • 2 yemek kaşığı bal 🍯 (yoksa ½ çay bardağı şeker )
  • Klorsuz içme suyu   
  • Tülbent ve lastik bant
✔ Sirke yapımında kullanacağınız doğal, dışı mumsuz ve ilaçsız elmaları güzelce yıkayın ve mutlaka tamamen kurumalarını sağlayın. Kurumuş olmaları çok önemli. Ancak bezle kurulamayın kendi kendine kurusun. Fermantasyonun başlaması için elmaların üzerindeki doğal bakteri florasına ihtiyaç var çünkü. Elma seçimi önemli. Özellikle olgun ve şeker oranı yüksek organik elmaları öneririm. Çünkü meyveniz ne kadar olgun ve şekerli ise o denli keskin bir sirke elde edersiniz. Bu nedenle yeşil, ekşi elmalardan kaçının.
✔ Kuruyan elmaları kabukları ve dilerseniz çekirdekleriyle birlikte (ben çekirdekleri ayırıyorum) ortadaki sert kısmı ayırıp orta boy doğrayıp ağzı geniş cam bir kavanozun içine atın. Çürük, zedeli, küflü kısımları ayırın; sirkenize katmayın.(Yemeyeceğiniz haldeki meyveyi sirkede de kullanmayın) Bunun haricinde dilerseniz elmaları katı meyve sıkacağında sıkarak sadece suyundan da sirke yapabilirsiniz. Ya da yediğiniz elmaların kalan kabuklarından da sirke yapabilirsiniz. Yani her halükarda sirkeleşme olur. Farklılık sirkenin tadında, genel görünümünde ve bulanıklığında olabilir. (Mesela temizlik amacı ile kullanacağım sirkeleri genellikle meyvelerin kabuğundan yapıyorum)
✔ Elmalardan sonra yukarıda belirtilen miktarlarda nohut ve bulguru kavanoza ilave edin. Elmaların üstünü kavanozun üstünde 4 parmak kadar boşluk kalacak kadar içme suyuyla doldurun ve iyice karıştırın. Balı (ya da şekeri) ılık suda eriterek karışıma ekleyin. Karışımınız suyu çok elması az olmasın; dengeli olsun. Elma sudan daha çok olursa daha yoğun bir sirke olur.
✔ Kavanozun ağzını 4 parmak boş bırakmanız gaz çıkışı esnasında kavanozun taşmamasını sağlar.
✔ Oda sıcaklığında ve karanlık bir yerde kavanozun ağzını çift kat yapılan tülbent (ya da temiz hava akışı sağlayabilecek bir bez) ile örtüp paket lastiği ile tülbenti sabitleyerek fermentasyona alın. (Sirke olana kadar kavanozun ağzını kapakla kapatmıyoruz çünkü bakteriler çalışmak için havaya ihtiyaç duyuyor) Normalde fermantasyon terimi biyokimyada oksijen yokluğunda enerji üreten reaksiyonlar için kullanılmasına karşın, gıda sanayisinde daha genel bir anlam taşır, mikroorganizmaların oksijen varlığında yaptığı parçalama reaksiyonlarını da kapsar (sirke fermantasyonu gibi).
✔ Sirke kavanozunun üzerine tarih yazan bir etiket yapıştırabilirsiniz (veya o güne ait takvim yaprağı kopartıp iliştirin) ve kavanozu mutfağın kuytu, loş fırından uzak, bir köşesine ya da kilere koyun.  Sirkenin mayalanabilmesi için ılık ve karanlık bir ortam sağlamak önemli. Bu sebeple, elma sirkesi yapmaya başlamak için  sonbahar ideal bir mevsim. Sirkenin fermente olabilmesi için en uygun ideal sıcaklık ise 15-25 C. Sıcaklık düşük olursa sirkeleşme çok yavaşlar.
✔ İlk 3 hafta sirkenizi her gün temiz bir tahta kaşıkla veya tahta kaşığın sapıyla alttan üste doğru bir kez karıştırın. Burası işin püf noktası🙌  Sirke ilk kurulduğunda elmalar henüz suyun üstündedir. Birkaç hafta içinde meyveler yavaş yavaş aşağı iner. Meyveler dibe çökene kadar her gün karıştırılmaz ise suyun üzerinde kalan meyveler küflenir. Küf en kötü mantar çeşididir ve sirke oluşumunu engeller. Karıştırma/havalandırma işlemi sonrasında tülbent ile tekrar kavanozun ağzını örtün.
 Günler ilerledikçe sirkenizin üzerinde kabarcıklar görmeye başlayacaksınızbu bakterilerin çalıştığını gösterir 😊 Faydalı bakteriler şekeri CO2 ye parçalıyor!




✔ Daha sonra bu 3 haftanın ardından 20-30 gün daha bekletiyorsunuz. Sirkenin üzerinde kavanozun ağız kısmına yakın yerde dantel gibi beyaz tabakanın oluştuğunu göreceksiniz.Bu maya tabakası zamanla sirke anası dediğimiz yapıya dönüşecek.  Sirke anası denilen bu katman asetik asit bakterileri  içerir. Yüzeyde oluşan sirke anası etil alkolün asetik aside dönüşmesini gerçekleştirir. Yani sirke anası sirke yapımı sürecinde oluşan doğal bir üründür, sirkenin kendine has koku ve tadının oluşmasını sağlar ve kaygan yapıdadır. Sirke anasını en son sirkeyi meyvelerden süzerken ayırıp yeni sirkelerinizde kullanarak sirke yapabilirsiniz (analık işte!)

✔ Aynı zamanda sirkeleşme sürecinde sirkenin çevresinde sinekler oluşabilir, bundan dolayı bozuldu sanmayın. Bu, fermentasyon için normal bir şeydir.
 Sirkeleşme boyunca koku değişimleri olacak.
✔ Arada tülbenti kaldırdığınızda ekşimsi bir koku alıyorsanız ve sirke üzerinde siyah-yeşil küf yoksa her şey yolunda demektir 👌50. günde artık meyveler tamamen dibe çökmüş ekşi sirke kokusu oluşmuş ise süzme vakti geldi. Bu süre 60-70 gün de olabilir (sirkeniz daha sert olur)
 Sirkeyi süzme aşamasında sirke anasını zarar vermeden bir kaseye almayı atlamayın! Eğer sirke anasını saklamak istiyorsanız sirke anasını küçük cam bir kavanoza alın. Üzerine yaptığınız sirkeden ilave edin ve ağzı kapalı olarak serin bir ortamda saklayın. Süzdüğünüz sirkeden aldığınız sirke anasını yeni kuracağınız sirkenizde maya olarak kullanabilirsiniz. Arada üzerindeki sirkeyi yenileyebilirsiniz.
✔ Sirkeyi önce metal olmayan ince elekten süzün meyveleri ayırın. Ardından tülbentten süzerek sirkenizi cam kavanoza veya şişeye doldurun. Tortu oluşabilir. Dilerseniz bunu bir kez daha süzebilirsiniz. Ama ne kadar süzerseniz süzün ev yapımı sirkeler market sirkelerine göre bir miktar daha bulanık ve tortulu olacaktır.
✔ En son içine 1 çay kaşığı kadar kaya tuzu atın (atmayabilirsiniz de), ağzını kapayarak havayla temasını kesin ve buzdolabına kaldırın.
 Elma sirkenizi salatalarda kullanabileceğiniz gibi gece yatarken 1 bardak suyunuza 1-2 tatlı kaşığı karıştırarak içebilirsiniz de, çok faydalıdır 

📌Dr. Ayşegül Çoruhlu elma sirkesine kitabında ciddi yer vermiş ve  “Elma sirkesinin kilo vermeye  etkisi alkali özellikleri ile yağ yakımını kolaylaştırdığı  ve mevcut glikozun karaciğer  tarafından kullanılmasını arttırdığı içindir. Elma sirkesi kan glikozunu azaltır. Akşam yatarken içilen 1 bardak doğal elma sirkeli su hem sabah idrarını alkali yapar hem de idrar yollarını temizler.” şeklinde açıklamış.
📌Tek başına sirke içmek dişler ve mide için zamanla tehlikeli olabilir, abartmadan ve arada tüketebilirsiniz.   
Diğer elma sirkesi yapma metodumda mayalamak için nohut, bulgur, bal gibi malzemeler kullanmıyorum. Bunun içine elma ve suyu kavanoza koyduktan sonra bir çay bardağı kadar organik ev sirkesi ilave ediyorum ve var ise sirke anası koyuyorum. Bu metodu daha çok seviyor ve kullanıyorum. Ancak organik ev sirkesi kısmı önemli. Kimyasal içermemeli. Pastörize sirke olmamalı. Sirke anası yeterli büyüklükte ise, sadece ana ile, sirke ilave etmeden de sirke kuruyorum. Sirke anasını ile kurulan sirke daha çabuk olgunlaşıyor, sirkeniz garanti oluyor. 



Şuraya da elma sirkesinin faydalarını koyduk mu artık evde elma sirkesi yapmak için yeterince ikna olacağınızı düşünüyorum :) 
  • İçinde pektin vardır. Bu bir liftir bağırsak hareketlerini kolaylaştırır.
  • Pektin hayvansal gıdalardan gelen kolestrolün emilimini azaltır.
  • Elma sirkesi sebzelerdeki kalsiyumun serbestleşmesini kolaylaştırır.
  • Potasyum içerir.
  • İskelet sistemimize kalsiyum desteği sağlayarak osteoporozu önlemede yardımcıdır.
  • Bir yandan kemiklere kalsiyum taşırken, diğer yandan eklemlerde biriken fazla kalsiyumu çözer. 
  • Bakteriler ve mantarlar için öldürücüdür.
  • Hastalıklara karşı direncimizi artırır. Hastaysak kısa sürede iyileşmemizi sağlar.
  • Ürik asidi düşürür.
  • Malik asit, enerji üretimini hızlandırdığı için spor performansını artırır. Antreman sonrası kas ağrılarını ve krampları azaltır.
  • Genel olarak kronik yorgunluk sendromunu azaltır.
  • Malik asit vücuttaki toksik metallerin atılımını sağlar.(alüminyum civa gibi)
  • Vücudun enerji kullanımını artıran elma sirkesi bu özelliği ile kilo vermede büyük bir yardımcıdır.
  • Doğal bir detoks maddesi. 
  • Güçlü bir bağırsak temizleyici olması ve bağırsaklarda iyi bakteri miktarına olumlu etkisi göz ardı edilemeyecek kadar önemlidir.
  • Cilt için iyi bir kozmetiktir.
Emin olun ki bunlar çok az bir kısmı. Geliyorum en önemlisine o da şu ki sirke yapmanın meditasyon etkisi var. Sabrı öğrenirsin. Kendi kendine yetebilmeyi öğrenirsin. Günün hızı ve lüzumsuz detaylarından bir parça uzaklaşıp mutlu olursun.
Alkali ve afiyetle kalın…
📍  Alkali beslenme ile ilgili diğer yazılar  için 👆 1 & 2

4 Kasım 2016 Cuma

Çocuğunuza Sınır Koyma ~ Robert J. Mackenzie 📖

Bu sabah izlediğim haber videosu karşısında dondum kaldım. Okul servisini kaçıran çocuğunu cezalandırmak için çamaşır ipiyle arabaya bağlayarak - videoda görünmese bile sürüklediği iddia edilen - annenin onu durdurmaya çalışan çevre halkı ile münakaşasının videosundan bahsediyorum. Sabah sabah, daha güne yeni başlamışken bütün gün beni yaralayan bu görüntüyü zihnimde evirdim çevirdim, öfkelendim, duygusallaştım, isyan ettim, kahroldum, ah be kadın çocuğuna bunu nasıl yapabildin diye hesap sormak istedim. Bana göre servis ile çocuğunu okula gönderen annenin tek bir endişesi olabilir; o da çocuğunun okula sağ sağlim gidip dönmesi. İnsan canından öte bir cana nasıl bunu yapabilir aklım almıyor. En az konunun kendisi kadar can yakıcı kısım ise kadının (anne diyemiyorum) “ne var babam da bana yapıyordu” sözü oldu. Beynimde düşünceler fink atıyor. Çocuğuna dışarıda bunu yapan, ellerinden kollarından bağladığı yetmezmiş gibi belinden de bağlamayı akıl eden bu insan! evde neler yapmıştır, çocukta daha ne yaralar açılmıştır kim bilir diye düşünmek dahi istemiyorum. Oysa anne yaraları iyileştirendir.

Bu görüntüler geçen haftalarda okuduğum, bir türlü fırsat bulup burada bahsedemediğim Robert J. Mackenzie’nin Çocuğunuza Sınır Koymak adlı kitabını aklıma getirdi. Ceza ile eğitimin mümkün olmayacağına ve cezalandırmak yerine ne yapılması gerektiğine de geniş yer veren bu kitabı bir an önce paylaşmak istedim.  Çünkü ceza ve benzeri metotlara başvuran ebeveynler (öğretmenler) çocuklarına nasıl sınır koyacaklarını bilmeyen, ciddi bilgi eksiğinden dolayı sürekli yanlış metotlara başvurup olayı iyice çıkılmaz hale getiren kişilerdir özünde.

Oysa ki ceza vermek çocukları alçaltır. Duygularını incitir, onları öfkelendirir, intikam alma duygusunu pekiştirir,  direnmeye ya da geri çekilmeye iter. İşbirliği mesajı vermeyi imkansız hale getirir. Ceza ile büyütülmüş ebeveynler maalesef sıklıkla aynı yaklaşımı kendi çocuklarına da uyguluyor. Çocukların öğrenmek için acı dolu sonuçlara katlanmaları gerektiğine inanıyorlar.

Çocuklu hayatta sabrımızın sınanacağı günler elbette oluyor olacak da. Ama anne baba olarak o günler için hazırlanmak da bize düşüyor. Kendi anne babamızdan görmemiş olmak da mazeret değil. Okuyup araştırarak, doğru örnekleri bulup çıkararak bu yolda kendimizi ve eşimizi eğitmek, geliştirmek zorundayız. 

Çocuklar kuralları ve onaylanan davranışları bilerek doğmazlar. Bu nedenle ev çocukları gerçek dünyaya hazırlayan bir eğitim yeri gibidir. Bu eğitim yerinde çocuklarımız öğrenci bizler de öğretmeniz. Öğrettiğimiz davranışlar ise onları dış dünyaya hazırlayacak ve dış dünyanın standartlarını keşfetmelerini kolaylaştıracaktır. Dış dünyaya açıldıklarında dışlanmalar, kabul edilmemeler, çatışmalar ve olumsuz tepkilerle karşılaşmamaları için onlara önce yaşadıkları ortamın kurallarını öğretmeliyiz. Daha somutlaştırmak için bir örnek vermek gerekirse mesela diyelim ki çocuğunuz evde koltukların üzerinde zıplıyor, bir koltuktan diğerine hopluyor ve siz “onu sınırlandırmayalım ki bedensel yönü gelişsin, çocukluğunu yaşasın” diyerek hiç tepki vermiyorsunuz ve zaman zaman bu davranışına gülümsüyor, alkış tutuyorsunuz. Sonra bir gün bir ziyarete arkadaşınızın evine gittiğinizde çocuğunuz arkadaşınızın salonunda da aynı davranışı sergiliyor hop o koltuktan diğerine zıplıyor ve ev sahibi “AAA ZIPLAMA, İN AŞAĞI, YAVAŞ OL !” diye tepki gösteriyor. Çocuğunuz bunun şirinlik olduğunu düşünüp övgü beklerken bu sert tepki karşısında üzüntü duyuyor ve kafası karışıyor; çünkü yanlış bir şey yaptığını düşünmüyor. O nedenle her ne kadar çocuğunuzu son derece özgür yetiştirmek istesek de onun hayatta dışlanmaması ve kabul görmesi için de sınırları çok iyi öğrenmesini sağlamalıyız.  Yoksa evde prens ya da prenses muamelesi gören çocuk okulda ve benzeri ev dışı mekanlarda kendini oldukça kötü ve değersiz hissedebilir, uyum problemleri yaşar. Nerede duracağını bilememek çocuk için de baş edilmesi zor bir durumdur. İşte bu nedenle çocukların aslında sınırları öğrenmeye ihtiyacı vardır. Sınırlar, çocukların hem kendilerini hem de yaşadıkları ortamı kavramalarını sağlar; onlara keşif ve öğrenme fırsatı sunar. 

Çocuklarımıza sınır koymak konusunda 398 sayfalık bu kitaptan edindiğim fikirleri oldukça detaylı anlatmaya çalışacağım.Çünkü gerçekten bol vaka örnekleri içerdiği için okunması kolay bir kitap gibi dursa da inanın hiç de öyle değil. Bölüm bölüm ilerleyen bu kitap aynı zamanda akılda tutulması zor bir kitap. Herhangi bir kriz anı ile karşılaştığımda “hımmm acaba şimdi ne yapmalıydım” diye düşünmek istemiyorum.  O nedenle not ala ala okuduğum bu kitabı aradan belli bir zaman geçtikten sonra (daha bu çocukluk yıllarının ergenliği de var) unutmamak için blogumda detaylı bir şekilde anlatmak istedim.
📌 Robert J. Mackenzie çocuğunuza önce sınırları bir güzel anlatın diyor. Sonuçta çocuk detayını bilmediği bir kurala nasıl uysun? Yani sınırlar açıkça belirlenmiş ve tutarlı olmalı. Böylece çocuklar onaylanan davranışın ne olduğunu öğrenecektir. Açıkça belirlenmeyen ya da tutarsız olan sınırlar yol işareti olmayan yolda ilerlemeye benzer. Çocuğun kafası karışır. Yanlış yola sapabilir. 
8 yaşındaki oğlumu arkadaşlarıyla dışarıda oynaması için bahçede yalnız bırakmadan önce “Uzaklaşmak yok, 15 dakika sonra gelip seni alacağım ve markete gideceğiz” dedim ve 15 dakika sonra geldiğimde bizim bahçede değil karşı sitenin bahçesinde oynarken buldum. Çok endişelenmiş ve sinirlenmiş olmama rağmen oğlum suratıma boş ve de neden sinirlendiğimi anlayamaz bir ifadeyle bakarak “Ama sen karşı bahçeye geçme demedin ki” dedi. E haklıydı, “Uzaklaşma” gayet ucu açık, yetersiz ve fazla bir şey ifade etmeyen bir kural. Nereye göre uzaklaşma, ne kadar mesafe uzak, öncelikle “uzaklaşma”nın doğru düzgün bir tarifini yap !! İşte aslında biz büyüklerin en temel problemi de bu. Çocuğumuzu dengimiz zannedip ne söylemek istediğimizi bir çırpıda anlayacaklarını varsayıyoruz.
Bu konuyla ilgili yazar ise şöyle bir örnek vermiş kitabında:
“5 yaşındaki Andrew ebeveynini sürekli meşgul ediyor, işlerini yarıda kesip araya giriyor, ebeveynini de bütün ilgilerini ona çeviriyordu. Andrew un bu davranışından hiç memnun değillerdi, ama bunun gelip geçici bir şey olduğunu düşünüyorlardı. 6 yaşına gelince bu davranışından vazgeçip daha saygılı bir çocuk olacak, diyorlardı kendi kendilerine. Çoğumuz gibi Andrew ün ebeveynleri de oğullarından ne beklediklerinin bilincindeydi. Ama Andrew onların akıllarını okuyamazdı. Andrew onların akıllarında değil, gerçek bir dünyada yaşıyordu ve o sadece yaşadıklarıyla bir sonuca varıyordu. Yaşadığı şey ise söz kesmenin araya girmenin normal bir şey olduğuydu. Bunu yapmasına sürekli izin veriliyorsa Andrew başka hangi sonuca varabilirdi ki . Anaokulunda öğretmenin sözünü keserken tartışma çıkarmak istediğini  mi sanıyorsunuz? Tabi ki hayır, o normal olduğunu düşündüğü için böyle yapıyor.  
5 yaşındaki Jenny’nin aldığı mesajları Andrew’in de alması gerekiyordu. Jenny ne zaman araya girse ebeveyni ona söz kesmenin yanlış bir şey olduğunu söylüyor, ne yapması gerektiğini anlatıyor. Ona, konuşma bittikten sonra, “bakar mısınız” demesi ve ancak ona bakıldığı zaman konuşması gerektiğini anlatmışlardı. Jenny her araya girdiğinde bunu anlatmaya devam ettiler. Jenny sonunda nasıl davranması gerektiğini öğrenince de ona aferin deyip teşekkür ettiler. Jenny saygılı bir şekilde iletişim kurma konusunda önemli bir ders almıştı ve ailesinin ona açtığı bu yolda ilerlemeye devam ediyordu.

📌 Çocuklar bizim kurallarımız ve beklentilerimiz konusunda net ve açık mesajlar almalıdır ki doğru davranışlar sergilemeyi öğrenebilsinler. Bunu başarmaları bizim tutumumuza bağlıdır. Çünkü çocuklar anne-babaları ile olan iletişimlerinde ne kadar güç sahibi olduklarını sürekli kontrol ve test ederler. Bu nedenle yapacaklarını yaparak sonucunu gözlemlerler ve ne kadar ileri gidebileceklerini tayin ederler. Anne babanın tepkisine göre de ilerlerler. Yaptıklarının ne kadarına katlanılabileceğini yaşayarak öğrenirler. Bu nedenle tutarlılık sınır koymada anahtar kelimedir. Çocuğunuzun onaylamadığınız bir talebine birkaç kez “Hayır” dedikten sonra sonunda “Evet” diyorsanız, çocuğunuz ısrar etmesinin işe yaradığını öğrenecektir. 

Geçen hafta sonu oğlum parkta bisiklet biniyordu ben de bankta bir yandan ona göz kulak oluyor diğer yandan arkadaşımla sohbet ediyordum. Yan tarafımızda beş yaşlarında bir erkek çocuğu annesi de oynayan çocuğunu gözetliyordu. Bir süre sonra annesi oğluna gitmeleri gerektiğini söyledi fakat çocuk hiç oralı olmadı, duymazlıktan geldi. Annesi defalarca tekrar etti, gerekçelerini anlattı, kuzum yavrum diye diller döktü ama nafile çocuk hiç oralı olmadı bile. Salıncaktan kaydırağa koştu durdu. Sonuçta çocuk istediğini başardı ve en az yarım saat daha parkta kaldılar. Bu kitabı okuduktan sonra etrafımdaki yanlış davranışlar da gerçekten çok dikkatimi çekmeye başladı. Böyle bir durumda ne yapılabilirdi diye düşündüğümde oğluna kalkmaları gerekmeden 5 dakika kadar önce “beş dakika sonra gideceğiz” gibi bir bildirimde bulunmalı ve bu süre dolduğunda gerekirse kucağına alarak koyduğu sınıra sadık kalmalı idi. 
Kitapta yazarın bu konuda örnek gösterdiği vaka da ebeveynler tarafından nasıl bir davranış sergilenmesi konusunda aydınlatıcı :
Bir sabah Kramer sofraya oturduğunda annesi ona kahvaltıda ne istediğini sordu.
“ Çilek reçelli omlet yumurtası istiyorum!” dedi Kramer . “Çok güzel!”
“Ona krep denir.” diye cevap verdi annesi. “ çok güzeldir , evet. Ama krep yapacak vaktim yok. başka bir şey iste . Tost yapayım mı ?”
“Başka bir şey istemiyorum” diye ısrar etti Kramer sinirli bir sesle . “ Ben krep istiyorum!”
“Tavada yumurta yer misin.”
“Krep yerim başka bir şey yemem” dedi Kramer öfkeyle
“Lütfen hayatım kahvaltı etmen gerek”
“Krep yerim !”
“İyi peki madem” annesi istemese de krep yapmaya başladı.
Şimdi burada çocuk kim , anne kim?. Kimin gücü ve kontrolü daha yüksek ? Evet, annenin olmadığı açık. Anne çocuğunun hatırını kırmak istemiyor ama sınırları gevşeterek oğluna , son sözü söyleyebileceğini, annesinin sabrını tüketip dediğini yaptırabileceğini öğretmiş oluyor. Kramer ve annesi bu yüzden gelecekte çok tartışacaklar.
Şimdi Kramer’ i 7 yaşındaki Derek le karşılaştıralım. Derek sabah sofraya oturduğunda annesi ona yumurta pişireceğini söylüyor. Sonra da , “ çılbır mı istersin tavada yumurta mı yoksa omlet mi?” diye soruyor. Bu evde aşçı yok, Derek in annesi koyduğu sınırlar ve beklentiler konusunda çok açık davranıyor. Derek e seçme özgürlüğü ve kahvaltıyı kontrol etme gücü veriyor. Ama sınırlar içinde. Verdiği mesaj net ve anlaşılır bu davranışı sürdürürse Derek daha fazla ısrarcı olmayacak, güç savaşına girmeyecek ve durması gerektiği yeri öğrenmiş olacak.
📌 Diğer önemli bir konu sakin kalmak. Çocuğunuza her kuralı anlatırken, kuralın ihlali halinde ne olacağını açıklarken sakin olmaya, ses tonunuzu yükseltmemeye, saygısız olmamaya özen gösterin. Sakin olduğumuzda çocuklar bizi anlayabilirler. Bağırdığımızda ne dediğimizi anlayamazlar, korkarlar, stres içinde olurlar. O yüzden mümkün olduğunca sinirlenmeden, kızmadan, sakince, kısa ve net cümleler kurarak durumu anlatmak lazım. 
Kitapta çocuklara mesaj verirken asıl amacın o davranışta bulunan çocuğu değil, onaylanmayan davranışı reddetmek olduğu, bu yüzden vereceğimiz mesajın davranışı düzeltmeye yönelik olması gerektiği, tavır, duygular ya da çocuğun değerine vurgu yapılmaması gerektiğinden özellikle bahsedilmiş.Ayrıca  tüm bunları yaparken sesimizin tonunun dahi çok önemli olduğu, yüksek sesin kontrol kaybı mesajı vereceği ifade edilmiş. 
📌 Kurallarımızı çocuklara öğretmede iki araç vardır. Sözler ve davranışlar. İkisi de ders öğretir ama somut olan davranışlardır. Sözlerimiz davranışlarımız ile uyumlu ise  çocuklarımız sözlerimize güvenmeyi öğrenir ve bu sözlerin ardındaki kuralları kavrar. Mesela 5 yaşındaki çocuğunuzdan TV seyretmeden önce oyuncaklarını toplamasını istediniz. Birazını topladı ama program başlayınca TV nin karşısına kuruldu.Kalan oyuncakları da siz topladınız. Böylece siz sözünüzle ne mesaj verdiniz? Davranışınızla ne mesaj verdiniz? Çocuğunuz sizce gelecek sefer oyuncaklarını etkin bir şekilde toplayacak mı?
Hiç sanmıyorum. Benzeri tavizleri verdiğimi görüp kitabın kulağımı çekmesine müsaade ettim.
📌 Sınırlar konusunda anne ve  baba arasındaki tutarlılık çok önemli. Varsayalım, on iki yaşındasınız. Arkadaşlarınızla gezmeye gitmek istiyorsunuz. Eğer annenizin evet babanızın hayır diyeceğini biliyorsanız izin almak için kime gidersiniz? Tabii ki annenize. Çocuklar güç, kontrol ve otorite konusunda iyi bir gözlemcidir. Anne ve baba her zaman aynı fikirde olmayabilir  ama kendi aralarında konuşup ortak bir karara varmalı ve ortak bir tavır sergileyebilmeli.  
📌 Çocuklara koyulan sınırlar ne çok kısıtlayıcı, ne çok geniş ne de tutarsızolmalı. Sınırlar mutlaka dengeli olmalı
📌 Sınır koymak dinamik bir süreçtir. Sınırlar büyümenin ölçütüdür. Çocukların neye hazır olup olmadığına göre sınırlar belirlenmelidir. Çocuklar daha fazla özgürlük ve ayrıcalığa hazır olduklarında aileler sınırlarda düzenlemeyapmalıdır.
“On yaşındaki Kenny, on üç yaşındaki ablası gibi 21:30 da yatmak istiyordu. Ailesine bunu söylediğinde daha geç yatabilmek için ne gibi fedakarlıklarda bulunması gerektiğini konuştular. “Sabah vaktinde  kalkıp işlerini bitirmen, kahvaltını etmen, otobüse yetişmen gerekiyor” dedi babası. “Bunları yapabileceksen daha geç yatabilirsin.” Kenny’nin ailesi, bunu birkaç haftalığına denemeye karar vermişti. Kenny yeni yatma saatine uyum sağladı. Kendini büyümüş gibi hissediyor,  sorumluluklarını üstleniyordu.Yeni sınır, Kenny’nin olgunlaşması ve sorumluluk yüklenmesi açısından bir referans noktası oldu.”
📌 Aile içindeki davranışlarınızla çocuğunuza örnek olduğunuzuunutmamalısınız. Ona öğrettiğiniz kuralları kendiniz de benimsemeli ve sergilemelisiniz. Kardeşine vurduğu için çocuğuna tokat atan bir baba “kimsenin kimseye vurmaması gerekir” mesajını başta kendisi ihlal etmiş olur. Çocuğunuz anne-babasının birbirilerine nasıl davrandıklarını gözlemler. Eşiniz size, sürekli eleştiren ya da alaycı bir şekilde yaklaşıyorsa, çocuğunuzun, kardeşine olumlu ve saygılı davranmasını herhalde bekleyemezsiniz. 
📌 Çocuklar ebeveynlerinin anne ve baba gibi davranmalarını bekler. Kararlı olmamıza ihtiyaçları vardır. Sınırlar GÜVEN verir. Saygılı sınırların belirlenmesi çocuklara güçlü mesajlar verir: Ben senin annenim, babanım . Güçlüyüm becerikliyim. Bana güvenebilirsin. Sana doğru yolu gösterebilirim.
📌 Yazara göre metot şu: bütün sınırları net bir şekilde tanımla, çocuk kendi seçimini yapsın, tehdit yok, bağırmak yok, yakınmak yok, inatlaşmak yok. Kararlı ol ve hissettir. Eğer kararlı olduğunu biliyorsa sıklıkla doğru olan seçimi yapacaktır.Çünkü zorlamalar ve dayatmaların karşısında çocuklar da biz yetişkinlerin hissettiğini hissediyor, benzeri tepki veriyorlar.


Kitap diyor ki; yanlış davranışlara karşı sonucun etkili olması ve çocukların davranışlarının sonucunu üstlenmesi için yaptırımlarınız kesinlikle olayla ilgili olsun. Yani, diyelim ki tablet ile müsade ettiğinizden fazla süre oynuyor, yaptırım tableti elinden almak olmalı, çikolatayı, bisikleti ya da televizyonu yasaklamak değil. Ayrıca yanlış davranışa uygulanacak uygun yaptırım anında olmalı, yani “odanı toplamadan bilgisayar oyunu oynamaya devam edersen yarın bilgisayar oyunu oynayamazsın” değil, vereceğiniz tepkiyi olay sıcakken göstermelisiniz. Bilgisayarı kapatmanız gerekiyorsa o an kapatmalısınız; sonra değil. Üçüncü olarak da yanlış davranışın sonucuna katlanmanın belirlenmiş bir süresi olmalı ve bu gereksiz uzun olmamalı. Babasının fotoğraf makinesiyle oynamaması gerektiğini bilip yine de oynayan beş yaşındaki bir çocuğun çağırılana kadar odada kalma şeklinde bir sonuca katlanması çok da yerinde olmaz. Onun yerine net ve iyi belirlenmiş başlangıç-bitiş süreleri olmalıdır.
Yine kitap diyor ki: İkna yoluna gidip mantıklı açıklama yapmaya çalışırken aslında çocuğunuza “bu konu tartışmaya açık, eğer sen beni ikna edebilirsen fikrimi değiştirebilirim” şeklinde bir mesaj vermektedir. Siz ne zaman mantıklı bir açıklama yaparsanız göreceksiniz ki o hemen aksi bir tezle çıkacak karşınıza ve bu tartışma uzayıp gidecek. 
📌 Yazar çocuk eğitiminde 3 modelden bahsediyor. Bu tablo aklımızın bir yerine kazınmalı.Kitap tüm bu yaklaşımları tek tek ele alarak somut örneklerle sayfalar boyunca açıklıyor. Böylelikle ebeveyn olarak çocuk eğitiminde kendi hatalarımızı görme fırsatını sunuyor.



Bir eğitim modeli olarak cezacı bir yaklaşım uyguladığımızda belki istenmeyen davranışı durdururuz fakat kontrol ebeveynde olacağı için çocuğun bağımsız sorun çözmesini, sorumluluk almasını ve otokontrolü sağlamayı öğrenmesini engelleriz.Çocuk öfkelenir, isyan eder, kendini değersiz hisseder, intikam almak ister. Yumuşak yaklaşım ise cezacı yaklaşıma bir tepki olarak 70 li yıllarda belirgin bir şekilde ortaya çıkmış. Ancak bu yaklaşım da çocuk eğitiminde çok başarılı olamadı. Çünkü çok önemli bir husus olan kesin sınırların olması gerektiği unutulmuştu. Sınırları olmayan özgürlük ise demokrasi değil, anarşidir. Anarşi ile eğitilen çocuklar ise kurallara ve otoriteye saygı duymayı, özgürlüklerini sorumluluk içinde yaşamayı maalesef öğrenemezler. Önceliği hep kendilerine verirler.Yumuşak ebeveynler sürekli çocuklarını ikna etmeye çalışır, dil döker, pazarlık eder, mantık yürütür, taktik değiştirir. Çoğu defa yanlış davranışı durdurmada etkisizdir. Bu nedenle çocuğunuza açıklama yapmayı seçtiyseniz bunu, kuralları çiğnemesine izin vermeden önce yapmalısınız. Açıklamayı yanlış davranış sırasında yaparsanız sınırların test edilmesine ve pazarlığa açık olduğunuza dair bir mesaj iletmiş olursunuz.Demokratik yaklaşım ise her iki tarafın kazandığı bir eğitim modelidir. Yanlış davranışı durdurur, sorumluluk öğretir, onaylanan davranışla ilgili kuralları net bir şekilde iletmemizi sağlar. En iyisi de bu yaklaşım bize duygular incinmeden, güç savaşlarına girilmeden, ilişkiler hasar görmeden daha az zamanda daha az enerji harcayarak amacımıza ulaşma fırsatı verir.
📌 Çocuklarla girilen karşılıklı ve sonu olmayan çekişmeleri aile dansı olarak adlandıran yazar, bunları şematik olarak göstermiş ve şöyle tanımlamış :
“Aile dansları; nesilden nesile geçen iletişim, problem çözme süreçlerinin yıkıcı modellerini oluşturur. Daima kurallar hakkında net olmayan ve etkisiz mesajlarla başlarlar. Öfke, direniş ve yanlış anlama ile kamçılanır ve çatışmalara, güç savaşlarına yol açar.”
📌 Gelelim en can alıcı noktaya : MOLA…Mola süreci hızlı, basit ve kolay uygulanan bir uygulamadır. Bazı yanlış davranışlar vardır ki karşılaştığınızda ne yapacağınızı bilemezsiniz; nasıl caydıracağınızı kara kara düşünürsünüz: Birisine vurmak, bir şeye zarar vermek, saldırmak veya küfretmek benim ilk aklıma gelenlerden. Böyle bir durumda anne/babanın vermesi gereken tepki moladır. Mola süreci uygulanmadan önce bunun ne olduğu çocuğa anlatılmalıdır. “Eğer bir daha söz dinlemezsen seni 5-10 dakikalığına odana göndereceğim alarmı kuracağım ve süren dolduğunda sana haber vereceğim.Süre dolmadan dışarı çıkarsan yeniden gireceksin ve süre baştan başlayacak. Gerek duydukça bunu yapacağız. Yani mesela sen yine kardeşine vurduğunda veya küfrettiğinde mola uygulayacağız” diye yöntem çocuğa oldukça iyi izah edilmeli. Mola için uygun yer seçimi önemlidir. Çocuğun odası olabilir. Ama burada bilgisayat, tv vb gibi aletler olmamalı. Yani hoşça vakit geçirmekten uzak olmalı. O esnada çocuğun sıkılması lazım. Yöntemi uygularken bir mutfak alarmı kullanabilirsiniz. Süreyi çocuk odaya gitmeden başlatmayın. Çocuğun alarmı kurmasına veya saati odasına almasına izin vermeyin.Molanın süresi için formül yaş x 1 dk. şeklinde, yani 5 yaşındaki çocuğa 5 dk. yeter, süreyi abartmayın. Ancak şiddet içeren bir davranıştan caydırmak için ise 2 katı bir süre düşünülebilir. Mola uygulamasında odanın kapısını kesinlikle kilitlemeyin. Bu yöntem ev dışında da uygulanabilir.Diyelim evde değilsiniz mesela alışveriş merkezi, market veya restorandasınız ve çocuğun uygunsuz bir davranışından dolayı bir molaya ihtiyacı var. O zaman bulunduğunuz yerde sıkıcı sakin bir köşe bulup (boş bir masa, bebek bakım odası, bank,vb.) orada molayı birlikte vereceksiniz. Araba yolculuğunda ise mola için uygun bir yer bulup arabayı park edip 5 dk beklemeniz lazım. Her iki tarafın da sakinleşmesi açısından mola çok çok önemli ve faydalı bir yöntem.

Başta annelik babalık yolunda katkı sağlayacağını düşündüğüm bu kitabı aynı zamanda öğretmenlere, çocuk bakıcılarına, çocuk bakımını üstlenen diğer herkese tavsiye ederim.👌 
Sevgiyle kalın. Keyifli geceler..🍵 📚