17 Kasım 2016 Perşembe

Koşmasaydım Yazamazdım ~ Haruki Murakami 📖

“Sahilde Kafka”, “Yaban Koyununun İzinde”, İmkansızın Şarkısı”, “Zemberekkuşu’nun Güncesi”, “Kadınsız Erkekler”, “1Q84” “Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu”, “Sputnik Sevgilim” gibi kitaplarıyla ülkemizde hatırı sayılır bir okur kitlesine sahip olan Haruki Murakami, Koşmasaydım Yazamazdım adlı kitabında hayatında çok önemli bir yer kaplayan koşmak ve yazmak üzerine tecrübelerini paylaşmış, kişisel hayatından kesitleri kaleme almış, öz eleştiri yapmış, başarıları kadar umutsuzluğa kapıldığı anları ve yer yer endişelerini aktarmış.

Kitabı bitirdiğimde keşke Murakami okumaya bu kitapla başlasaymışım dedim. Yazarın hayat felsefesini, öz disiplinini, tutkularını, bugününü, geçmişini, yazarlığa ve koşmaya başlamasını ve daha pek çok kendisiyle ilgili detayı anlattığı bir hatırat başlangıç için çok iyi olabilirdi.



Murakami, bugün 67 yaşında bir yazar. Bu kitabını ise 55 yaşlarında yazmaya başlamış. Roman yazmaya ise 30 yaşında başlamış olduğunu öğreniyorum. Hatta yazar olmaya karar verdiği anı, saati, o günkü olayları, kokuları ve daha pek çok detayı dahi hatırlıyor ve paylaşıyor bu kitabında. Yazar olma düşünce ve isteğinden 4-5 ay sonra  İlk kitabı olan Rüzgarın Şarkısını Dinle’ yi tamamlıyor ve pek de bir beklenti içinde olmadan bir edebiyat dergisinin yeni yetenekler yarışmasına başvuruyor. Bu esnada kendi barını işletmekte olan yazar günlük iş koşuşturmacası içinde yarışmaya yaptığı  başvurusunu bile unutuyor ve yeni yetenek seçildiğinde şaşırıyor..  Yazmaya başladıktan sonraki  3 yıl hem barda çalışmış hem de yazmış. Bu süreçte bir yandan bar işletirken bütçe hesaplarını yapıp alışverişi kontrol ederek çalışanların günlük programlarını düzenliyor ve dahası bar bankosunun arkasına bizzat geçerek kokteyl ve yemekler yapıyor; diğer yandan da, gece yarısı barı kapatıp eve döndükten sonra, mutfak masasının başında uykusu  gelene kadar yazıyormuş. Bu rutinde çalıştığı yılları normal insanların iki katı bir ömür yaşamış olduğunu söylüyor yazar. Yazarlığı ve bar işletmeciliğini beraber yürüttüğü bu yıllar içinde ise ikinci kitabı olan 1973 Yılında Pinball isimli kitabını yazıyor ve çeşitli öyküler çeviriyor. Ama zamanla, bu şekilde yorgun ve bölük pörçük zamanlar yaratıp yazmanın yetmediğini, yeterince derinleşemediğini ve dahası yazma iştahını istediği gibi gideremediğini fark etmiş. Sonunda ise oldukça cesur bir karar alarak çevresinin karşı çıkmasına rağmen düzenli bir geliri olan barı tüm haklarıyla birlikte devretmiş.  Ardından bütün enerjisini ve zamanını üçüncü romanı olan Yaban Koyununun İzinde’yi yazmaya vermiş. Bu kitabı da okuyucuların ilgi ve beğenisiyle karşılanınca yazarlık konusundaki özgüveninin geliştiğinden bahsediyor.

Koşmaya ise Yaban Koyununun İzinde’ yi yazdıktan sonra başlamış Murakami. Masa başında saatler boyu oturup yazmaya ve bu esnada sürekli sigara tüketmeye bağlı olarak beden sağlığının olumsuz etkilendiğini hissedince bünyesini yoğun çalışma temposunda ayakta tutmak için bilinçli olarak koşmayı seçmiş. “… daha yeni yeni profesyonel bir roman yazarı olmuşken, yüzleştiğim ilk ciddi sorun, bünyemi ayakta tutabilmekti. Zaten kendi haline bırakınca hemen şişmanlamaya yatkın bir bünyem vardı. O zamana kadar her gün sağlam vücut gücü gerektiren bir işim olduğundan düşük kilolarda bir denge tutturmayı başarmıştım, ama sabahtan akşama kadar masa başında yazı yazmakla geçen bir yaşantıya başlayınca bir yandan vücudumun gücü gitgide azaldı, öte yandan da kilo aldım. Bir işe odaklanarak çalışırken farkına varmadan aşırı sigara da içiyorsunuz. O sıralarda günde üç paket sigara içiyordum. Parmaklarım sararmış, vücudumun dört bir yanı sigara kokmaya başlamıştı. Bu, her ne şekilde olursa olsun bedenim için pek iyi değildi. Hayatımı daha uzun yıllar roman yazarı olarak geçirmek istiyorsam, gücümü sürekli ayakta tutarak, vücut ağırlığımı da normal bir dengede koruma yöntemini bulmak durumundaydım.”

İşte hem yazarlık konusunda aldığı radikal karar hem de koşmak konusunda yaptığı başlangıç ile yazar ve eşi için bir dönüşüm süreci başlamış. Bir anlamda yaşamak istediği hayatı tasarlamış. Sabahları kalktıkları saatten yattıkları saate, görüştükleri insanlara, yaşamayı seçtikleri şehirlere varana kadar yaşam kalıplarını yenilemişler. Daha da önemlisi hizmet sektörünün bir parçası olmamanın getirdiği lüksü ve bağımsızlığı kendilerince sade bir yaşam yolu seçerek değerlendirmeye çalışmışlar. Sabah 8 akşam 6 mesaisi yapan bir beyaz yakalı olan ben bu kısımları, yaşam şekilleri ile ilgili aldıkları radikal kararları içten içe imrenerek okudum.

Bir kere koşmaya başladıktan sonra pek çok şehirde koşmuş, maratonlara katılmış, triatlon (ard arda yüzme, bisiklet, koşu) yapmış ve bir kez de ultra maraton koşmuş. Geç yaşta başladığı sporda bu denli ilerlemesini ve koşuyu hayatına kusursuzca entegre edip  yaşam biçimine çevirme sürecini hayranlıkla okudum. Hangi mesafede koşarsa koşsun koşmanın fiziksel, zihinsel ve ruhsal yansımalarını kendine has üslubu ve akıcı cümleleriyle çok güzel anlatmış. Bu kitabı yazdığı güne kadar neredeyse 25 yıl her gün düzenli olarak koşu antremanı yapmış, her sene bir tam maraton koşmuş, ilerleyen yıllarda triatlonlarda istediği başarıyı elde edebilmek için yüzme stilini sil baştan öğrenerek bisiklet sürmeyi geliştirmiş ve bu yolda fiziksel sınırlarını hep bir tık daha zorlamış olan Murakami aynı zamanda sakinlik ve sükûnet içinde yaşlanmayı kabullenebilmiştir. “Yaşamımın bu döneminde mutlu muyum mutsuz mu, kestiremiyorum, ama bunu sorun haline getirmesem de olur diye düşünüyorum. Benim için, muhtemelen herkes için de öyledir, yaşlanmak deneyimi yaşamımda ilk kez tattığım bir şey ve bu noktada tattığım hisler de, yine ilk kez tattığım hisler. Önceden yaşamış olsam, üstesinden gelebilmek için bir fikrim olurdu, ama neticede ilk deneyim olduğundan iş o kadar basit değil. O yüzden benim açımdan, şu an ayrıntı sayılabilecek kararları sonraya bırakıp, karşıma çıkanları olduğu gibi kabullenerek, bunlarla birlikte yaşamımı sürdürmekten başka yol yok.”

Koşmanın diğer sporlara nazaran avantajlarıyla ilgili yazarın tamamen katıldığım pek çok tespiti var. Koşmak için her şeyden önce, oyun arkadaşlarınızın ya da karşınızda birilerinin olmasına gerek yoktur. Uygun ayakkabılar, rahat kıyafet ve doğru düzgün bir yol olduktan sonra özel gereçlere, ekipmana da ihtiyaç yoktur. Kalkıp belli bir yere gitmeniz de gerekmez. Oysa mesela teniste durum böyle değildir. Her seferinde tenis kortuna kadar gitmeniz gerekir ve karşınızda da bir rakibin olması lazımdır. Yüzme diyecek olursanız, tek başına yapabilirsiniz ama yüzmek için uygun bir havuz bulmanız gerekir.

Murakami dünyaca kabul görmüş ve pek çok ödüle layık görülmüş bir yazar olmasına rağmen yazarlıkta da sporda olduğu gibi temel ölçütünün kendisiolduğunu söylüyor:  “Yazarlık gibi bir meslekte -en azından benim için geçerli olduğunu söyleyebilirim- yenmek ya da yenilmek yoktur. Satış rakamları, edebiyat ödülleri, gelen eleştirilerin iyiliği ya da kötülüğü bir ölçüt olabilir, ama temel bir sorun olduğunu söyleyemem. Yazdıklarımın kendi belirlediğim ölçütlere ulaşıp ulaşmadığı her şeyden önemlidir ve bunu bozacak bir bahane de kolayca üretilemez. Başkalarına karşı birçok açıklama getirebilirim. Fakat kendimi kandıramam. Temelde, yaratan kişi dürtülerini kendi doğasından gelecek şekilde içinde taşır ve kendi dışında bir kalıp ya da ölçüt aramamalıdır.”Bu denli etik düşünen bir yazarı okumamak mümkün mü?

Hüseyin Can Erkin tarafından oldukça iyi bir şekilde çevirisi yapılmış olan bu kitapta da, tıpkı romanlarındaki gibi bol müzik atıfları var. Rolling Stones, Eric Clapton, Red Hot Chili Peppers, Bryan Adams, Gorillas, Beck, Creedence Clearwater Revival, Beach Boys ve tabii ki jazz müzik, Murakami’nin koşarken dinlediği müzikler arasında. Ortak zevklerimiz yok değil.

Murakami’yi anlatan birkaç kavrama gelince, en önemli olanlar sanırım tutku, inanç, kararlılık ve dinginlik olurdu. Kitabın bir noktasında şöyle bir paragraf yazmıştı Murakami: “Önceden de yazmıştım, ama profesyonel olarak yazı yazan insanların çoğu gibi ben de bir şeyleri düşünürken aynı zamanda yazarım. Düşündüğüm şeyleri metne dökmek yerine, metni oluşturarak meseleleri düşünürüm. Yazma işlemi aracılığıyla düşüncelerimi şekillendiririm. Tekrar yazıp düzeltmek yoluyla düşüncelerimi derinleştiririm. Fakat metinleri ne kadar üst üste koyarsam koyayım, sonucun çıkmadığı; kaç kez tekrar yazıp düzeltsem de hedefe ulaşamadığım durumlar da elbette olur.”  Yazarken düşünmek düşünceleri gözden geçirmek için gerçekten harika bir fırsat.

Somerset Maugham, “Her tıraşta bir felsefe vardır” diyor. Ne kadar önemsiz görünen bir şey olursa olsun, her gün yapılan bir şey olduğunda bununla ilgili bir bakış açısının da ortaya çıkacağına işaret ediyor sanırım. Evet Murakami’de bu kitapta koşmanın ve yazmanın felsefesini en şahanesiyle okurları ile paylaşmış.

Bu kitapta yalnızca dünyaca ünlü Japon bir yazarın gizli kalmış yaşam öyküsünü değil, insanı her alanda başarıya daha doğrusu kişisel tatmine götürecek bir yol haritasını da bulabilmek mümkün. Beni de en çok etkileyen kısım bu oldu. Sürekli öğrenmeyi perçinleyen yaşam öyküsü, hiçbir şey için geç olduğunu düşünmeyen zihin yapısı, sınırlarını zorladığı beden yapısı bana kendi hayatımla ilgili yapmam gereken değişiklikler için yeni sayfalar açmam konusunda itici bir güç verdi. O nedenle bu kitabı sadece koşanlara, koşmak isteyenlere değil yeni bir başlangıç için biraz ilham ve motivasyona ihtiyaç duyan herkese tavsiye ederim.🏃
Herkese mutlu geceler diliyorum.


Geceye eşlik eden büyüleyici bir parça;   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder