3 Mart 2017 Cuma

Okurken Zamanda Yolculuk Yaptım..



Koşturmalı iş temposu, yoğunluk, yorgunluk..
Vücudun yorulmasından ziyade beynin yorulması ve konsantrasyon zorluğunun beraberinde getirdiği iş dışındaki şeylere vakit ayıramadan günlerin öylece geçip gitmesi. Ardından “Mart ne de çabuk geldi” demeler..

Hele bazı akşamlar öyle oluyor ki iş çıkışı kolumu kıpırdatmaya mecalim kalmıyor, dostlarla buluşamıyor, biraz dolaşamıyor veya en basit eylem gibi düşündüğümüz kitap okumaya bile mecalim kalmıyor.

Halbuki belli bir rutinde okuyanlar bilir, okumak düşünüldüğü gibi kolay iş değildir. Hem enerjiye hem konsantrasyona ihtiyacınız vardır. Kendinizi günlük hengameden sıyırabilmeniz gerekir. Benim gibi ağırlıklı gece okuyucusuysanız daha da fazla enerji gerekir. İşte bazı kitaplar vardır ki bunu sizin için yapar. Size sağladığı okuma konforu ve yarattığı dünya ile bambaşka alemlere sürüklenirsiniz. Böyle bir koşuşturmalı  dönemde denk gelmiştim Meltem Gürle’nin Kırmızı Kazak adlı kitabına. Bu yoğunluğun içinde adeta benim için gerçek bir vahaydı.

Aslında bu kitabı geçen yayınlarımdan birinde yaptığım alıntıyla geçiştirecektim detaylı bir anlatım yapmayacaktım. Fakat yeni kitaplara başlamama rağmen bende tortu bıraktığını ve üzerinden henüz sadece günler geçmişken geri dönüp kimi yazılarını yeniden okumak istediğimi fark edince yazmaya giriştim.



Meltem Gürle 1966 doğumlu. Akademisyen. Çocukluğu İzmir'de geçmiş. Üniversite yıllarından beri İstanbul'da yaşamakta.  2009 yılından itibaren BirGün gazetesindeki köşesinde edebiyat yazıları yazıyor. İsmi tanıdıktı, daha önce birkaç yazısını okumuşluğum da vardı. Fakat Gürle’ nin yazılarının takipçisi değildim. Senelerce aynı mahallede oturup merhabalaşmanın ilerisine geçemediğimiz - hani daha yakından tanısak çok seveceğimiz - insanlar gibi.. Bir nedenle dikkatimden kaçmış. Belki başka yöne baktığım için görememişim.

Kırmızı Kazak, 2009-2016 yılları arasında BirGün gazetesi için yazdığı denemelerden derlenerek hazırlanmış bir seçki. Güncel meselelerle ilgili olanlar değil de daha geniş bir zamana yayılabilecek denemeleri seçilerek bir araya getirilmiş. 100 den fazla yazısı 12 bölümde sınıflandırılmış. Yazılar gazetede çıktıkları sıraya göre değil konularına göregruplandırılmış. Mesela  bölümlerin bir tanesinin adı “Kırık Kalpler ve Kabuklular”. Bu bölümde derlediği denemeleri de bu bölüm adına yakışır nitelikte. Bu denemeleri BirGün gazetesindeki köşesinden okumadığım için de Kırmızı Kazak benim için bir yeniden okuma değil de ilk okuma oldu aslında.
Kitapları mevsimlere göre etiketlemekten haz etmem fakat kitabı gördüğüm andan itibaren ki ilk hissiyatım Can yayınlarından çıkan bu kitabın tam bir kış kitabı olduğuydu. Adıyla, kapak tasarımıyla, içeriğiyle insanın içini ısıtan türden. Kitabın adını ise çocukluk arkadaşı (Ayşen Ertango) seçmiş. Böylelikle çocukluk yıllarına ve hayata annelerinin ördüğü elişi kazaklarla başlayan nesillere selam gönderiyor.
Dedem Kemal (Üren) Usta, araba tamircisiydi. Bu kitabı ona adıyorum. Birçok konuda olduğu gibi şunda da haklı çıktı: “Otomobiller ile romanların iyisi, hızlı ve parlak olanlardan değil, zamana direneneler arasından çıkıyor”
şeklinde yazdığı kitabın daha ithaf bölümünde insanın ufkunu açmaya başlıyor Meltem Gürle. Ben de “tüm zamanları kapsayan” bir yazar olabilmeyi sorgulayarak başlıyorum okumaya. Ve okudukça görüyorum ki tüm zamanları kapsayabilen pek çok yazara yapılmış atıflarla dolu zengin mi zengin bir kitap tutuyorum elimde.  

Meltem Gürle denemelerini seçip derleyerek bence son derece güzel bir iş çıkarmış. Öncelikle kitap çok akıcı. Okuru yormuyor.  Belki de mesleğinin getirdiği yetenekle konuşur gibi kısa cümleler kurmuş. Paragrafları 5-6 cümleden, her bir deneme ise 3-5 sayfadan oluşuyor.  Bu esnada da okuduğunuz kesinlikle yavan bir metin değil. Etkileyici benzetmeler, yerli yerinde kullanılmış deyimler ve güçlü ifadelerle dolu. Bölümler kendi içinde uyumlu denemelerden oluşmakla birlikte her yazı birbirinden bağımsız olduğu için bir çay molasında bile okunacak üç beş sayfa insanı düşündürebilecek yeterlilikte. Hatta kimi zaman kendimi kaliteli bir edebiyat blogunda zamanın farkında olmadan tüm arşivini tarıyor gibi hissettim.

Deneme türünün en sevdiğim özelliklerinden biri yazarının herhangi bir konu hakkında sanki kendisi ile konuşuyormuş gibi bir üslubu yazının geneline yayması. Aslında bu türü en iyi tanımlayanlardan biri de  denemenin atası kabul edilen Montaigne benim bu hissiyatımı şu cümlesi ile çok iyi ifade etmiş:
“Herkes önüne bakar, ben içime bakarım; benim işim yalnız kendimledir. Hep kendimi gözden geçiririm, kendimi yoklarım, kendimi tadarım… Bir şey öğretmem, sadece anlatırım.” derken, deneme tarzının yazarın kendi iç dünyası olduğunu anlatmaya çalışmıştır. 

Meltem Gürle de denemelerinde  bir izah kaygısı gütmeden, sıklıkla sade günlük yaşamda başından geçen olayları veya anılarını çeşitli kitaplardaki hikayelerle ya da kahramanlarla özdeşleştirerek adeta kendisi ile konuşur gibi ya da anılarıyla yüzleşir gibi kaleme almış. Fakat kalemi öyle etkili ki okuru yalnızca düşündürebilme gücüne değil aynı zamanda rahatsız edebilme yetisine de sahip. Bu durum aslında yazmanın ne denli güçlü bir eylem olduğunu bize tekrar hatırlatıyor,

Kitap biraz da yazarın otobiyografisi gibi. Yazarın kitabı için girizgah niteliğinde seçtiği ilk denemesi yazmayı öğrendiği sene yani birinci sınıfta yaşamış olduğu bir çocukluk anısına dair. Okurken zaman zaman öyle şaşırdım ki. Çünkü baktığınızda yazarın seçtiği konular “ne var şimdi bunda” diyecek kadar sıradan fakat okumayı tamamladıktan sonra ise sarsacak kadar vurucu.
O nedenle okudukça tam olarak neye uğradığımı anlayamadım; çok farklı duygular arasında gidip geldim. Son derece doğal, akıcı diyaloglar beni hüzünlendirdi, güldürdü, yer yer gözlerim uzaklara daldı bazen sanki yanımda konuşuyorlarmış, seslerini duyuyormuşum gibi hissettim. Güçlü anlatımıyla ve alçakgönüllü edebiyatıyla  Meltem Gürle  bir divanda yapılan dost sohbetinin huzurunu da,  gurbette olmanın hüznünü de, çifte kavrulmuş pötibörün tadını da yaşattı. Anlattıkları zaten kendi başından geçen veya tanık olduğu, insancıllığı ve gözlem gücüyle kavradığı şeyler. O yüzden denemelerinin kısalığından ve sade anlatımından beklenmeyecek bir derinlik ve doku vardı.

100 ün üzerindeki bu denemeler içinde en sevdiklerim ve unutamayacağım Fareler ve İnsanlar , Düğme, Direnmenin Adabı adlı denemeleri oldu. Gürle’nin Dilenci Kız adlı denemesinde geç tanıştığı yazar olarak betimlediği Alice Munro’nun kitaplarını ise özellikle merak ediyorum. Sanırım ilk fırsatta göz atmak istediğim Alice Munro olacak. Ve henüz tanışmamış olduğum birkaç diğer yazar.

Kitapla ilgili sevdiğim şeylerden biri de Can Yayınları tarafından yayınlanmış olması. Can Yayınları sevdiğim bir yayıncı. Kitaplarının bir kalitesi var, baskılar, çeviriler her daim özenli. Bu kitaba da emek verildiği anlaşılıyor. Kitaba yakışan bir kapak, yazım hatasını fark etmediğim temiz bir baskı. Bu da okuma keyfine keyif katıyor. Bir de bölümlendirme ve yazıların duygu geçişleri dikkate alınarak sıralanması konusunda editör Çiğdem Uğurlu’yu da tebrik etmek lazım .

Meltem Gürle’yi daha önce hiç okumamış olanlar için unutulmayacak bir tanışma ve keyifli 412 sayfalık bir yolculuk. Yazı içerisinde yaptığı her benzetmesi veya alıntıladığı metinler yazının finalinde olağanüstü bir anlam kazanıyor ve kelimenin tam anlamıyla epigraflar denemeye cuk oturuyor. Bu yönüyle kitap kısa denemelerle de edebiyatın çok çarpıcı şeyler anlatabileceğinin oldukça iyi bir örneği. Yerinde edilmiş cümleleri ile sayfalar dolusu gevezeliğe ihtiyaç duymadan bir çırpıda insanı bambaşka düşüncelere sürüklüyor.

Kırmızı Kazak’ı okumakta kararsızsanız bir kitapçıya gidin ve kitabın içinden rastgele bir bölüm seçin. Böyle ortasından okudum,  gösterge olmaz falan diye düşünmeyin. İlginç şekilde tüm kitap boyunca benzeri tadı alacaksınız..

Ama bana göre Kırmızı Kazak okunmalı, okunası. Günlük hayata ait nesneler, aşina olduğumuz tatlar, kokular bulacaksınız. Edebiyatın ara sokaklarında dolaşmayı, yeni yazarlar keşfetmeyi sevenlere özellikle tavsiye ediyorum. Pek çok ara sokağı dolaşıp sonlara geldiğinizde güzel bir yolculuk geçirmiş olarak, halinizden memnun ama yolculuktan yorulmuş şekilde hayata devam ediyorsunuz.

Yazarların kendi dünyasında etkilendikleri, beslendikleri ve aidiyet kurdukları kitapları, filmleri, müzikleri hep merak etmişimdir. Geçmiş yıllardaki yazılarımdan birinde Hasan Ali Toptaş’ın Harfler ve Notalar adlı kitabında temas ettiği yazarları ve kitapları uzun bir listede derlemiş ve kendimce bu kitapların izini sürmüştüm. 

Benzer şekilde Meltem Gürle de Kırmızı Kazak’ta pek çok etkilendiği kitaba denemeleri içerisinde değiniyor. Meltem Gürle okuduğu kitaplarla, yazarlarla sanki iç içe bir hayat sürüyor ve sürekli bir etkileşim içinde. Hiç bir şekilde kitap tanıtımı yapmadan birkaç paragrafla kitaba dair çok çarpıcı analizler yapıyor. Ve gördüğüm kadarıyla okuduğu kitaplar rafa kalkmıyor, unutulmuyor. Yaşamının içerisinde ilham olmaya devam ediyor. Meraklısı için yazarın kitabında değindiği bu kitapları/yazarları listelemek istedim:
  • Marguerite Duras – Sevgili
  • Herman Melville – Moby Dick
  • Marcel Proust – Kayıp Zamanın İzinde
  • Johann Wolfgang von Goethe – Der Erlkönig Ballade  – Genç  Werther’in Acıları 
  • Platon – Şölen
  • Fürüzan – Parasız  Yatılı
  • Nazım Hikmet – Rubailer
  • Şule Gürbüz – Kambur
  • Fyodor Mihailoviç Dostoyevski – Budala   Yeraltından Notlar   – Karamazov Kardeşler 
  • Gustave Flaubert – Madame Bovary
  • Juan Carlos Onetti – Los Adioses (Vedalar)
  • Thomas Van Nortwick – Somewhere I Have Never Travelled (Hiç Gitmediğim Yer - Kahramanın Yolculuğu)
  • Victor Pelevin – Mavi Fener
  • Gökkuşağı Ansiklopedisi – Mitoloji ve Efsaneler
  • Homeros – İlyada  
  • Doris Lessing – Altın Defter
  • Franz Kafka – Yargı – Dönüşüm – Dava 
  • Rainer Maria Rilke – Malte Laurids Brigge’nin Notları
  • Alain Robbe - Grillet – Kıskançlık
  • Lev Tolstoy – Savaş ve Barış –  Anna Karenina 
  • Lermontov – Zamanımızın Bir Kahramanı
  • Pablo Neruda – Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı
  • Zizek – Hiçten Az : Hegel ve Diyalektik Materyalizmin Gölgesi
  • Virginia Woolf – Deniz  Feneri
  • Charles Dickens – Büyük Umutlar
  • Honore de Balzac – Sönmüş Hayaller (Üçleme) – Taşralı Bir Büyük Adam Paris’te 
  • William Shakespeare – Kral Lear
  • John Steinbeck – Fareler ve İnsanlar
  • Ursula K Le Guin – Karanlığın Sol Eli   – Mülksüzler
  • Anton Çehov – Küçük Köpekli Kadın (Bütün Öyküleri-8)
  • Alexandre Dumas – Üç Silahşörler
  • Daniel Defoe – Moll Flanders
  • Henry Fielding – Tom Jones
  • Alice Munro – Dilenci Kız : Flo ve Rose’un Hikayeleri
  • Edith Wharton – Masumiyet Çağı
  • Astrid Lindgren – Pippi  Uzunçorap
  • Iris Murdoch
  • Charlette Bronte – Jane Eyre
  • Oğuz Atay – Tutunamayanlar
  • Patricia Highsmith
  • Martin Heidegger – Varlık ve Zaman
  • Kurt Vonnegut – Şampiyonların  Kahvaltısı
  • Thomas Hardy – Tess
  • Thomas Bernhard
  • Bilge Karasu
  • Sadık Hidayet – Kör Baykuş
  • James Joyce – Ulysses
  • Celil Oker – Çıplak CesetKramponlu CesetBir Şapka Bir Tabanca, Yenik ve Yalnız
  • Alper Canıgüz – Tatlı Rüyalar
  • Mehmet Açar – Çok Uzaklarda Bir Yaz
  • Antoine de Saint Exupery – Küçük Prens
  • Anton Çehov – Tatlım
  • Erich From – İtaatsizlik Üzerine : Özgürlük Neden Otoriteye “Hayır” Demektir?
  • Rainer Maria Rilke – Duino Ağıtları
  • Cemal Süreya – Sevda Sözleri
  • Nurdan Gürbilek – Yer Değiştiren Gölge
  • Jules Verne – Arzın Merkezine Seyahat
  • James Baldwin – Yerli Bir Çocuğun Notları
  • Erich Maria Remarque – Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok –  Dönüş Yolu
  • Jorge Luis Borges – Borges Ve Ben
  • Eduardo Galeano – Helena’nın Rüyaları
Gelelim gecenin müziğine…
Keyifli geceler. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder