İnsan zaman zaman okuyarak sadece
kafasını boşaltmak istiyor. Okudukları yormasın, akıcı olsun, keyifli zaman
geçirmeye yardımcı olsun ama vasat olup zaman kaybı da olmasın istiyor. Bu
nedenle ağır kitaplar arasındaki geçişlerde elimin altında kolay okunur türden
kitaplar bulundurmayı seviyorum. Geçtiğimiz yaz aldığım, kitaplığımda bekleyen Seda Diker’in Şeytan Tüyü Var Sende adlı
kitabını böyle kolay okunur bir şeyler okuma arzusundayken biraz karıştırdım;
baktım fena değil hızla okudum.
Akıcı bir kitap. Daha çok kadın -
erkek ilişkilerini, flörtleşmenin dinamiklerini anlatmış. İlişkilerinde bir
türlü içinden çıkılamayan kısır döngüler yaşayan insanların bilinçaltına
süpürülmüş geçmiş anıların ilişkilerin gidişatında nasıl da belirleyici unsurlar olabildiklerine değinmiş. Detayda ise yazar Regresyon terapisini, dişil enerjiyi bu kavramları hiç kullanmadan
oldukça basit cümlelerle anlatmış aslında. Bu nedenle okurken sıkılmadım. Ama
bu konuda şimdiye kadar daha doyurucu ve akademik düzeyde kitaplar ve çeşitli vaka örnekleri okumuş olduğum
için kitabı yeterli bulmadığım kısımlar ve konularda dağılmalar hissettiğim bölümler oldu. Bu kısmı birazdan
detaylandıracağım. İlişki Stratejisti ve Bilinçaltı Uzmanı olduğunu öğrendiğim Seda
Diker’in aslında bir psikolog değil de Robert koleji ve Boğaziçi Üniversitesi
ile devam eden iyi bir eğitim sürecinden geçmiş eski bir banka yöneticisi olduğunu
öğrendiğimde biraz şüpheli yaklaşsam da okumaya devam ettim kitabı. Çünkü
biliyorum ki spiritüel konulara ilgi duyanların, asıl mesleğini bırakıp bu
alana çark edenlerin kendince sebepleri
vardır ve belki de hikayeleri. Kimi bir yakınını yitirince, kimisi bir
hastalığın pençesinde boğuşurken, kimi içerisinde kendini gerçekleştirememenin
ağırlığını taşırken yaşamın anlamını aramaya koyulur. Önce bir arayış sonra bir
uyanış yaşar.Ve akabinde bu yola sapar sıklıkla. Seda Diker, flörtün seviyelerini, görünmez
alanını, cinsel enerjisini, tarafların maskelerini, ilişkide kalpten konuşmayı aslında
hepimizin zaten bildiğimizi düşündüğümüz şeyleri etraflıca anlatmış. Daha derinlere
bilinçaltına işaret ederek bilinçaltımızın bugünümüzü nasıl yönettiğini ve
bilinçaltımızı bilinç seviyesine çıkarmamızın gerekliliğini kısım kısım değinmiş.
Çağımızın en büyük tuzaklarından biri “Ben bunu biliyorum” sendromudur. Bilmek
kimi zaman kalbimizle deneyimlememizi engeller. Spiritüel konular da bundan
nasibini alır. O nedenle de hayatın küçük bir kısmına odaklanarak fikir ve
duygu üretmek bizi hep yanıltır. En basit konulardan biri gibi görünen insan
ilişkileri de, karşı cins ilişkileri de
göründüğü gibi basit değildir . Sürekli dalgalı bir deniz gibidir. Bir an çok
mutlu iken bir bakarsınız her şey rayından çıkmış. İster bekar ister evli olun fark etmez ilişkileriniz harika başlıyor fakat sonra
bir şeyler ters mi gidiyor? Sizin açınızdan her şey yolunda giderken sevgiliniz
birden kendi kabuğuna mı çekiliyor? Karşı tarafın alt yazılarını okumakta
güçlük mü çekiyorsunuz? İlişkilerde yaşanan gelgitlerin perde arkası hakkında
daha fazla yorum gücü kazanmak mı istiyorsunuz?Flörtleşirken yapılabilecek yanlışlar nelerdir? İşte bu anlamda
kitaptan fayda sağlayabileceğiniz kısımlar var. Çünkü yazar bilgilerini
bilimsel bir şekilde anlatmak yerine gerçek hayattan derlediği hikayeler
aracılığı ile okurlarına durum analizi yaptırtarak konuyu anlatma şeklinde bir yöntem
seçmiş. Bunu yaparken üç çeşit örnekleme materyali kullanmış diyebilirim. Birincisinde danışanları ile yaptığı
görüşmeleri sanki seansı size dinletiyormuşçasına detaylandırarak yazmış, iyi
yapmış. Bu hikayelerin satır aralarında kendinizden bir şeyler bulabilirsiniz. İkinci olarak kitap içerisinde Gamze
ile Mert adını verdiği çiftin ilişkilerini başlangıcından -daha o ilk
yazışmalarından- itibaren şekillenme sürecini anlatmış. Buna ilave olarak
birkaç farklı çiftin karışık ilişkilerini de detaylandırarak bilinçaltına
süpürdükleri çöplerin ortaya çıkma sancılarını uzun uzun yazmış. Üçüncü olarak da kendi hayatından, kendi evliliğinden örnekler
vererek deneyimlerini okurlarına aktarmış diyebilirim. Kitap boyunca sürekliliği olan
Gamze ve Mert'in günümüze uygun modern
ilişki modeli ilgi çekiciydi. Kitabın girişindeki Catherine’nin iğreti bir
Grinin Elli Tonu konseptindeki ilişkisinden sonra kitabı bırakmayıp bitirmem bu
hikayenin sonunu merak etmem sebebi ile oldu diyebilirim. Yönetici asistanı olan Gamze ortak
bir arkadaşları vasıtasıyla Mert ile tanışır. Mert sürekli seyahatleri olan
gizemli, karizmatik bir karakterdir. Ağırlıklı olarak Whatsapp’tan ya da
Facebook dan yazışıyorlar. Dedim ya günümüz modern ilişkisi! Ancak özellikle
Mert’in geri durması ve isteksizliği nedeni ile bir türlü buluşamıyorlar.
Yazışırken oldukça istekli, cüretkar ve keyifliler aslında. Yazışarak veya
telefonda kur yapıyorlar, ilişkilerine heyecan katacak oyunlar oynuyorlar, erotik
sohbetler yapıyorlar. Her ne kadar
aralarında kuvvetli bir çekim olsa da ilişkileri çeşitli çıkmazlara giriyor.
Aradan aylar geçiyor ve nihayet Mert ile bir otel odasında buluşuyorlar.
Spoiler içermesini istemediğim için çok detaya girmeyeceğim ama bu buluşmanın
ardından Gamze ciddi bir travma yaşıyor. Gamze bir türlü ilerleyemediği aynı
zamanda bitiremediği bu ilişkide ne yapacağını bilemediği için yazardan
danışmanlık alıyor ve yazarın yaptığı hipnoz seansında kendi geçmişiyle
yüzleşiyor. Mert’ten neden bu denli etkilendiğini buluyor ve Mert ile kalpten
bir konuşma yaparak ilişkilerini istediği seviyeye taşıyor. Şunu söyleyebilirim
ki bu çiftin hikayesinde satır
aralarında önemli mesajlar var. Yazar sanal ortamda yaşanan flörtleşme için uyarılarda bulunuyor ve şöyle
diyor :
“İyi bir flört dönemi, sanal ortamda olmamalı. Neden
mi? Çünkü birbiriniz hakkında her şeyi öğrenmiş, yüz yüze geldiğinizde sohbet
konularını tüketmiş olma riskiniz var. Sonunda buluştuğunuzda, hazır olsan da
olmasan da, görüşme çok daha hızlı bir biçimde cinsel içerikli olacaktır. Gerçek hayatta bir araya geldiğinizde yaşanabilecek
maksimum yakınlaşma ile yazışırken hayal ettiğiniz maksimum yakınlaşma arasında
çok büyük farklar olmamalı. İkisi arasındaki makas açılırsa, buluşmadan sonra
rahatsız olabilirsin. Yine olaylar senin hazır olduğundan daha hızlı
gelişebilir. Kendi hayatın hakkında çok fazla bilgi vermek yerine,
Gamze’nin yaptığı gibi oyun kurabilirsin. Gamze’nin oyun oynayış biçiminde,
gizem, merak, hayal kurdurma vardı. Yani hayatı hakkında ipuçları verse de,
bunlar sadece konu başlıkları olarak kaldılar. Derin bilgi içermediler. Bu Mert’in
daha çok meraklanmasına sebep oldu.”
Kimi zaman içimizi acıtan ne
varsa önce görmezden geliriz, sonra unutmaya ve daha ileri giderek silmeye
çalışırız. Bilinçaltımızdaki çekmecelerin derinliklerine o yaralı çocuğu saklarız.
Yok sayarız. Daha da derinlere iteriz. Çırpınışlarını duymayız. İnandırırız
kendimizi geçip gittiğine.. Hasar almadığımıza. Zaaflarımızın, güçsüz
yanlarımızın görülmediğine. Ama öyle değildir. Biz ne kadar kaçarsak kaçalım, o
hiç bir yere gitmemiştir.. O karanlık yönümüz orada durur. Anlaşılmayı bekler,
çözümlenmeyi bekler, kulak verilmeyi bekler. Yaşadığımız her ilişkide bir
şekilde varlığını hissettirir. Artık bastırılmamak ve kabuğunu kırmak ister. Ve
bir gün gelir tüm açık kalmış dosyalar gibi karşımıza çıkıp tokat gibi yüzümüze
çarpıverir. Bizse ancak gerçek anlamda o yaralı çocuk ile yüzleşebilirsek
özgürleşebiliriz. Onu itmek yerine ona sarılabilirsek kendimizle ve tüm
ilişkilerimizle barışabiliriz. Çünkü direndiğimiz şey varlığını ısrarla
sürdürür. Aslında kitapta keşke daha detaylı anlatsa dediğim benim asıl ilgimi
cezbeden kısım danışanların hipnoz süreciydi .Ama maalesef yazar danışanlarına
(psikolog olmadığı için hasta denmiyor sanırım) yaptığı hipnoz seanslarını çok
detaysız hatta hemen hemen hiç değinmeden özet geçmiş. Danışanlar hızlı bir
şekilde varmak istedikleri hasarlı geçmişe vardılar ve sorunları ile
yüzleştiler. Yazarın kitapta çok güzel bir
önerisi var. Çeşitli travmalarımızı atlatmamızın en güzel yollarından biri
olarak “yazmayı” ve bu şekilde “topraklanmayı” öneriyor. Neler hissettiğimizi yazarak kendi kendimize çalışabileceğimizi, yazdıkça
hafifleyerek sorunlarımızı çözüme kavuşturma yolunda yazmanın öncülük edebileceğini
belirtiyor. Bizim önemli değil diye düşündüğümüz bir travma bilinçaltımız için
son derece önemli olabilir. Travmaların seneler sonraki iz düşümü ise
yaşayacağımız ilişkilerde su yüzüne çıkan kırılmalar ve çeşitli fiziksel rahatsızlıklar şeklinde tezahür edebiliyor. Hoşlanmadığım kısımların başında
kitap ön ve arka kapak tasarımı geliyor. Yani öncesinde araştırarak almasam
kesinlikle kapağına bakarak okumak için bir şans dahi vereceğimi zannetmiyorum.
Öncelikle kitap kapak renk seçimi hoş değil. Ama esas hoşlanmadığım kısım Seda Diker’in
hem ön hem de arka kapağı kendi fotoğrafı ile donatmış olması. Ve maalesef bu
sunumdaki kıyafet seçimi de mekan seçimi de ve hatta beden dili de oldukça itici.
Umarım bundan sonraki kitaplarında biraz daha yaratıcı, bir şeyler söyleyen, gövde gösterisi yapmayan kapak tasarımlarını
tercih eder. Buna ilave olarak kitap isim seçiminin de içerikle çok örtüşür bir
yanı yok. “Duygu oluşturma sanatı” üzerine sayfalar dolusu (344 sayfa)
yazılmış olan bir kitabın adı neden “Şeytan Tüyü Var Sende” koyulmuş olabilir.
Elbette kolay pazarlamak için. Sevmedim. Pazarlama deyince şunu da belirtmeden
geçemeyeceğim; elbette ki bir yazar kitaplarının daha çok satması, daha çok
okur ile buluşması için çaba göstermeli fakat bunu yapmanın usulü bir kitabının
içinde herhangi bir bilgiyi aktarırken sürekli kendi diğer kitaplarına atıfta
bulunmak olmamalı. O köprüyü esaslı okur zaten bir şekilde kurar ve yazarın
diğer kitaplarını da mercek altına alır. Ayrıca yazarın kendi eşi ile olan özel
hayatından örnekler vermesi belki kimi okur için bir bağ kurma şekli olabilir
ama benim için değil. Gereğinden fazla miktarda eşi ile olan özel ilişkilerini örnek
olarak seçmiş. Bütün bu eleştirilerime rağmen özellikle karşı cins ile
ilişkilerinde blokajlar yaşayan, sürekli aynı hataları yapan kişilere ilişki
durumlarını ne şekilde değerlendirmeleri gerektiği konusunda örneklerden
faydalanmaları için ve yazarın pratik tavsiyeleri faydalı olabileceği için bu kitabı tavsiye edebilirim.Boş bir kitap değil kesinlikle. Sükunet içinde ne isteyip
istemediğimize ve karşı tarafın kabahatlerine değil de kendi bireysel
gelişimimize odaklanarak, bilgelik ve merhametle yaşamanın vaktidir şimdi. Her
ilişkimizi keyifle, mutlulukla
yaşadığımız günler dilerim. Keyifli geceler dilerken elbette geceye keyifli bir müzik bırakmayı ihmal etmiyorum. Cenk Erdogan 🎶 Kadınım
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder