18 Eylül 2015 Cuma

Jose Saramago ~ Körlük

Yolumun kesiştiği güzel insan Anna... Bir mıknatıs gibi beni kendine çekiyordu… Bir bilim insanı edasında itina ile çalışıyor, yeni yöntemler geliştiriyor, uyguluyor ve bilgisini paylaşmaktan resmen keyif alıyordu. Etrafına gönülden ilham saçıyor, pozitif bir iklim oluşturuyor ve ivme kazandırıyordu. Boşa harcanacak zamanı yoktu. Hatırı sayılır süredeki iş hayatımda ilk defa işin mutfağında böylesine çalışan ve sürekli kendini güncellemeyi başarabilmiş bir supervisor ile karşı karşıya gelmiştim. İzledim, izledim bu heyecanının kaynağını öğrenmek için epey çabaladım. Üzerinden yıllar geçmesine rağmen kendi okul yıllarını anlatırken müthiş keyif alıyordu. Resmen gözleri ışıltı saçıyordu. Okul okuyorken bu kadar eğlenebilenine hele hiç rastlamamıştım. Bizde dedi mühendislik eğitimi sadece okullarda akademisyenlerden alınmıyor ki… Mesleki deneyimi olan, bizzat özel sektörlerde sahada proje geliştiren pek çok kişiden eğitim aldıklarını anlattığında gözümde ister istemez kendi koca amfilerimizdeki saatlerce bitmek bilmeyen mühendislik derslerimizin aynı ses tonuyla süren sıkıcı ve son sürat not almaya endeksli atmosferi canlandı. Bu tür örnekleri dinlemek ne kadar hoş ve ilgi çekici olsa da bu tarzda bir eğitimin bir parçası olamadığım için içten içe hayıflandım durdum. Ne o ne ben ikimiz de anadilimizi konuşmuyorduk, İngilizce anlaşmaya çalışıyorduk ancak bu durum empati kurmamızı ve iletişimimizin sağlıklı bir şekilde ilerlemesini kesinlikle olumsuz etkilemedi. İş için Türkiye’ye sık sık geldiği için tam cümle oluşturamasa da Türkçe bazı kelimeleri öğrenmişti.En sevdiği kelime ‘mini minnacık’ tı. Çünkü ben çok kullanıyordum : ) İçimdeki işle ilgili bütün potansiyel enerji onun sayesinde kinetik enerjiye çevrilmişti. Gel zaman git zaman derken projeyi bitirdik ve birbirimize kattıklarımız ve birlikte geçirdiğimiz anlar için sonsuz teşekkürler ederek onu ve ekibini uğurladık. Bir süre sonra bir kargo geldi. Türkiye’de başka bir şehre yine farklı bir proje için gelmiş ve benim için bu sürpriz kargoyu hazırlamış. İçerisinde birlikte çalışmalarımızdan derlediği videoların bulunduğu cd ler,oğlum için mini minnacık parçalardan oluşan bir lego ve bir gün birlikte çıktığımız alışverişte alsam mı almasam mı diye tereddüt ettiğim ama şimdi bu kadar yoğunlukta daha hafif bir kitap okumalıyım diyerek bıraktığım Jose Saramago’nun Körlük kitabı  (yerine Nezir İçgören’ in Hiç Yoktan İyidir’ ini almıştım) ile iyi temennilerini içeren notu incelikle paketlemiş ve bana postalamış. Kargoyu açtığımda aramızdaki yaşa başa, mesafelere, eğitim, din, dil farkına bakmayan bu dostluk iyi ki kurulmuş dedim. Ondan bana ulaşan yaşam enerjisiyle kendimi çok çok iyi ve özel hissettim.








Gelelim kitabımıza,
Kitabı bitirip kapadığımda şunu çok iyi biliyordum ki Körlük benim okumam için en doğru zamanda bana ulaşmıştı. Uzun süre etkisi sürecek olan romanlardan biriydi.
1922 yılında doğup 2010 da vefat eden Jose Saramago Portekiz’in en önemli yazarlarından biri. Din konusundaki görüşleri sebebiyle ülkesinde bir dönem sansürlenmiş olsa da kitapları milyonlarca satmış ve onlarca dile çevrilmiş. 1998 yılında da Nobel Edebiyat Ödülünü almış. Nobel Ödülü ile ilgili kendisiyle yapılan bir röportajında Körlük romanını ise şu şekilde değerlendirmiş: “Ne düşündüğümü merak ediyorsanız, bu kitapla anlatmak istediğim hepimizin körleşmeye başladığı değildi. Bence körleşmiyoruz. Hepimiz körüz. Körüz, ama bakıyoruz. Bakabilen, ama görmeyen kör insanlar.”
Gerek konusu gerekse edebi dili ile son derece çarpıcı bir roman. Her şey bir gün trafikte yeşil ışığın yanmasını beklerken aniden ve sebepsiz kör olan adamla başlıyor. Dünyası karanlığa değil, derin bir beyazlığa bürünüyor. Sanki bir süt denizinde gözlerini açar gibi beyaz ama görüntüsüz. Üstelik soğuk algınlığı gibi de bulaşıcı bir körlük bu. Düşünsenize bir anda nasıl bir acziyet nasıl bir çaresizlik aritmetik olarak büyüyor.
Jose Saramago, bu romanın içinde insanlığın vicdanını, onurunu, sevgisini , tahammül gücünü,egosunu, yaklaşımını  ve daha pek çok değerlerini sorgulamaktadır.
Söyleyebileceğim temel şey, Saramago’nun kaleminin ve kurgu yeteneğinin oldukça güçlü olduğu.Karakterlerin iç dünyasını yansıtmada, kafasının arkasındakileri somutlaştırmakta usta bir kalem kuşkusuz. Üstelik bunu yaparken romandaki hiç bir karaktere herhangi bir isim vermemiş. Yazar karakterleri için kör adam, doktor, doktorun karısı, koyu renk gözlüklü genç kız, şehla gözlü çocuk gibi betimleyici sıfatlar kullanmış. Yine romanın içinde bunun nedenini kendi dilinden açıklığa kavuşturmuş. Bir kör, diğerine ismini sorunca, cevabı şu şekilde almaktadır: “Körlerin ismi yoktur, körlerin arasında pek bir fark da yoktur, hepsi sadece kördürler.”
Alıntılanabilecek pek çok pasaj olmasına rağmen okumak isteyenlere fikir vermek açısından seçtiklerim şunlar:
  • “Sözcükler böyledir işte, durmadan kılık değiştirir, birbirinin peşine takılırlar, ne yöne gittiklerini bilmezler sanki ve içlerinden ikisinin ya da üçünün ya da dördünün, örneğin bir kişi adılının, bir zarfın, bir eylemin, bir sıfatın kendi halinde öylece birdenbire ortaya çıkıvermesiyle, heyecanımız cildimizin yüzeyine ve gözlerimize kadar karşı konulamaz biçimde yükselir, duygularımızın içine hapsolduğu barajı yıkar, kimi zaman da bu basınca dayanamayan sinirlerimiz olur, çok fazlasını yüklenmiştir, her şeyi yüklenmiştir, cendere içindedir.”
  • Yapacağımız her hareketten önce ciddi olarak düşünmeye başlasak, vereceği sonuçları önceden kestirmeye çalışsak, önce kesin sonuçları, sonra olası sonuçları, sonra rastlantısal sonuçları, daha sonra da ortaya çıkması düşünülebilecek sonuçları düşünmeye kalksak, aklımıza bir şey geldiğinde bulunduğumuz yere çakılır, hangi yöne olursa olsun bir adım bile atamazdık. 
  • “Bakabiliyorsan gör. Görebiliyorsan, gözle.” 
  • “Dünya öyle kurulmuştu ki, gerçeğin ortaya çıkması için çoğu kez önce yalanlarla maskelenmesi gerekiyordu.” 
  • “Belki de her şey gerçek kimliğine körler dünyasında kavuşur.” 
  • “Günün birinde gözlerim yeniden görmeye başlarsa, başkalarının gözlerine çok ciddi bakacağım, gözlerinde o kişilerin ruhlarını görüyormuşum gibi.” 
  • Yılan ölürse zehir de ölür.
  • Aslında saatin saat olarak günün hangi anını gösterdiği önemli değildir, birden başlar on ikiye kadar ilerler, gerisini insanlar kendi kafalarından uydurmuşlar.
Henüz Jose Saramago’nun kurgusal dünyası ile tanışmamış olanlara şiddetle tavsiye edebilirim.
Keyifle kalın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder