4 Aralık 2015 Cuma

Duvardaki Delik

Çocuklar bir şeyi yapmak istiyorlarsa onun nasıl yapılacağını öğrenirler.

Prof. Sugata Mitra nın “Duvardaki Delik” deneyini belki duymuşsunuzdur. Profesör İngiltere’deki Newcastle Üniversitesinde görev yapıyor ve kendisinin pek çok farklı disiplinde çalışmaları bulunuyor. Mitra; “Duvardaki Delik” ismiyle bilinen deneyini, 1999 yılında Delhi’de Kalkaji’deki bir gecekondu mahallesinde gerçekleştirmiş. Çalıştığı ofisin komşu olduğu gecekondu mahallesine bakan duvarına yerden yaklaşık bir metre yükseklikte bilgisayar gömüp, internet bağlantısı sağlamış ve açıp bırakarak mahalledeki çocukların bu bilgisayarı istedikleri gibi kullanmalarına izin vermiş. Deneyin amacı; çocukların herhangi bir öğretici unsur olmadan bilgisayar kullanmayı kendi kendilerine kolaylıkla öğrenebileceklerini kanıtlamaktı. Kalkaji’deki bu deney oldukça başarılı oldu. Kısa bir süre içerisinde çocuklar internete girmeyi, internette oyun oynamayı ve araştırma yapmayı öğrendiler. Üstelik bilgisayarın ve girdikleri sitelerin dili olan İngilizceyi hiç biri bilmiyorlardı.  Kalaji’deki bu ilk çalışmanın ardından aynı deney pek çok farklı yerde tekrar edildi. Tüm deneylerin sonucu; gruplar halindeki çocukların,  bilmedikleri bir dildeki bilgisayarı kendi kendilerine kullanmayı öğrendiklerini gösterdi. Adım adım daha da zorlaştırılan bu deneylerde çocuklar zaman içerisinde bilgisayar kullanmanın yanı sıra kendi başlarına; İngilizce konuşmayı, Google kullanarak ödevlerini hazırlamayı ve hatta biyoteknoloji alanındaki bazı konuları öğrendiler. Düşünsenize hiç bilgisayar görmeyen hatta nadiren okula giden İngilizce bilmeyen, internet nedir bilmeyen çocuklar bir şeyleri keşfediyorlar ve dahası bunu birbirlerine de öğretiyorlar. Biraz uzun ama izlemenizi öneririm.




Ülkemizde durum nasıl? Gördüklerimden yola çıkarak genel izlenimim çocuklarımızı öğretmenlere teslim edip, ödevler, sınavlar, projeler peşinde deli gibi çalıştırıyor ve çocukluğundan çalarak bütün bu gayretin güzel bir gelecek  için olmazsa olmaz olduğunu dikte edip duruyoruz. Projektörden ders anlatmayı teknoloji kullanmak ve birbirinin aynı çalışma kağıtlarını kesip dağıtmayı etkinlik yapmak sayan öğretmenlerse daha birinci sınıftan etüd kelimesini telaffuz etmeye başlıyor. Hele bir de ailelerin çocukları üzerinden kendi egolarını , emellerini ve ebeveynliklerini yarıştırmaları yok mu? Bu kadar baskının, bilgiyi enjekte etme çabalarının çocuk ruhunu ne hale soktuğunu düşünüyorum da bütün zamanı doldurulan bu çocukların gerçek ilgi alanlarını keşfetmeleri bile oldukça zor. Vahim  bir durum. Bilinçlenerek , okuyarak bu çarkın dişlileri arasında çocuklarımızı mümkün mertebe özgürleştirmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Bizim okul maceramızsa şimdilik güzel gidiyor. Sıklıkla pek çok çocuk gibi bizim afacan da ödevden kurtulmanın yollarını arıyor. Ya okuldan gelir gelmez hızlıca yapıp kurtulmak istiyor, ya bugün ödevimiz çok azdı ben de teneffüs arasında yaptım diyor veya bugün ödevimi yapmasam olmaz mı diye serzenişte bulunuyor. Öğretmeninin de tavsiyesiyle hiç ısrar etmiyoruz. Bu durum bize gönül rahatlığıyla birlikte zaman geçirmek ve öğrenmeyi oyun ile birleştirmek için zaman yaratıyor.  Ödev konusunda kitaplarını sevdiğim psikolog Adem Güneş bir yazısında şunları söylüyor:
“Maalesef günümüz çocuklarının aile içinde zarara uğradığı en temel sorun, okulun eve taşmasıdır. Hâlbuki başarılı öğretmen, okul faaliyetlerini eve taşırmayan, bilgiyi okulda tamamlayabilendir. Ayrıca, modern eğitim sistemlerinde, ilkokulda, “ödev” bir “emir” değil, eğiticinin anne babadan bir ricasıdır. Çocuğun öğrenmelerinin kendindenliğe erişmesi için okul-aile işbirliği ricasıdır. Bu rica, birinci sınıf öğrenciler için günlük 10 dakika, ikinci sınıflar için 20 dakika, üçüncü sınıf içinse yarım saattir. Bu sayede çocuk, okul vasıtası ile öğrendiklerini adım adım yaşam içinde kullanmayı öğrenecektir.  Ailenin eğitime desteği, teorik değil, pratiktir.Bunun haricinde, öğretmenin bir buyurganlık içinde öğrencisine ödev vermesi ve bunu yapmadığında da yaptırım uygulaması doğru değildir.Ödev; öğrenmenin temel işlevi değil, zaruret halinde tamamlayıcı faktörüdür. Eğitimin tamamlayıcı bir faktörünü, eğitimin ana işlevi gibi göstermek ciddi bir pedagojik yanılgıdır.”
Ayrıca yapılan araştırmaların ilkokul seviyesinde verilen ödevlerin öğrenmeye katkısının binde bir civarında olduğunu gösteriyormuş !!  Çocukta, ödev yetiştirme kaygısı, eğitimden soğumanın temel nedenlerinden biri olarak öne çıkıyormuş. Bu istatistiki bilgiler eşliğinde biz de yeni öğrendiğimiz harfler ve kelimeler ile kendimize tombala oyunu hazırladık ve bir güzel oynadık.Oğlum kitapta yazan kelimeleri okumayı eziyet olarak görürken tombaladan aynı kelimeleri çekip okumak ve kartında bulmak çok keyifli geldi. Birinci sınıf annelerine bu oyunu denemelerini tavsiye ederim.Ayrıca yeni kelimeler öğrendikçe sürekli ilaveler yapmak da mümkün.



Hayalim çocukların güle oynaya gittikleri, kıyaslanmadıkları, gerçek ilgi alanlarının tespit edilip yönlendirilebilecekleri, bedenen ve ruhen   zenginleşebilecekleri bir okul ortamı. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder