Kitapların İlk Cümlesi, Yeni Dünyaların Anahtarlarıdır..
Bazen kitabın ilk cümlesi öyle yakalayıverir ki sizi çakılıp kalırsınız. Ya kitabın hakkında büyük bir merak uyandırır veya söylemek isteyip de söyleyemediğiniz bir şeyi söylemiştir bile. Mesela Kafka’nın Dönüşüm kitabının giriş cümlesi olan“Gregor Samsa bir sabah huzursuz düşlerinden uyandığında kendini yatağında kocaman bir böceğe dönüşmüş buldu” cümlesi bunlardan biridir. Veyahut “Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum” diye başlayan Masumiyet Müzesi.
İşte bir yazıda okuduğuma göre Jerome David Salinger’in Çavdar Tarlasında Çocuklar kitabının giriş cümlesi edebiyat tarihinin en iyi 100 giriş cümlesi sıralamasında 1.sırada yer alıyordu. Bahsedilen o ilk cümle ise şöyleydi: "Anlatacaklarımı gerçekten dinleyecekseniz, herhalde önce nerede doğduğumu, rezil çocukluğumun nasıl geçtiğini, ben doğmadan önce annemle babamın nasıl tanıştıklarını, tüm o David Copperfield zırvalıklarını filan da bilmek istersiniz, ama ben pek anlatmak istemiyorum. Her şeyden önce, ben bu zımbırtılardan sıkılıyorum. Sonra, onlarla ilgili en ufak bir söz etsem, bizimkilere inmeler iner. Böyle konularda ikisi de çok alıngandır; özellikle de babam. Bizimkiler iyiliğine iyidirler - ben onu demiyorum- ama felaket alıngandırlar yani. Ayrıca, size o lanet özgeçmişimi olduğu gibi anlatacak filan da değilim…”
Çok bilinen kitaplardan biridir Çavdar Tarlasında Çocuklar. Okunmasa bile ismi duyulmuştur genelde. Hatta Amerika’da hem en çok okutulan hem de en çok yasaklanan kitaplardan birisidir. Pek çok kişi yaptığı yorumlarda hiç beğenmediğini, birçok zırvalıktan oluşan, edebi bir değer taşımayan, argoya kaçan bir dille yazılan müstehcen bir kitap olarak belirtse, olan biten her şeyi bir ergenlik hezeyanı olarak yorumlasa da ben ne zaman zorba öğretmenlerle, sahtekarlıklarla veya yetişkinlerin aptalca yönetimleriyle başa çıkmaya çalışan, onlar arasında kendi benliğini koruma mücadelesi veren öğrencilerin hikayelerini anlatan bir kitap okusam içimden bir ses kitabın kahramanına harikasın, işte bu diye bağırır.
On altı yaşında kendini ifade etmekte problemi olan Holden Caulfield adında bir gencin konuşma dilinde yazıldığı için okurken on bin beş yüz tane ‘filan’, ‘felaket’, ‘havamda değildim’ , ‘bittim’, ‘lanet olası’, ‘ne dediğimi anlıyorsunuz değil mi?’ türünden kelimeler ve kalıplar ile karşılaşıyor insan. Bazense aynı şeyi ifade eden benzer cümleler birbiri ardına geliyor.Bu tür kavramlar Türkçe dublaj bir Amerikan film izliyor hissi verdiğinden kimi zaman insanı çileden çıkarıyor okurken. Lakin buna rağmen çok akıcı bir kitap. Özellikle anlık yaşadığı olaylardan yola çıkarak yaptığı gözlemlere dayanan tespitler Holden’ın üslubunun en dikkat çeken yönü. Üsluba alışana kadar bir adaptasyon süresi gerekse de eşik değer bir geçildi mi kitaptan oldukça keyif alınmaya başlanıyor. Lirik bir monolog şeklinde ilerleyen bu kitap bazen gülümseten, bazense kalp burkan türden.
Holden sürekli okullardan kovulduğu için alnının ortasına kocaman bir “başarısız” damgası yemiş hiçbir şeyi umursamıyor gibi görünen oysa özünde oldukça duygusal 16 lık bir gençtir. Üstelik bu damga her geçen gün gerek öğretmenleri gerekse arkadaşları tarafından ısrarla ona hatırlatılıyor. Holden Caulfield, büyüklerin düzmece dünyasına karşı bir gencin başkaldırısını simgeler ama aynı zamanda modern Amerikan toplumunun, materyalist yeni kuşağın da kurbanıdır. Çevresindeki herkesten daha gerçek, sahtecilikten uzak bir karakterdir. Holden derslerinde başarılı olmayabilir ama kitap okumayı sever, dans ve müzikten hoşlanır ve ettiği laflardan onun aslında yaşamı nasıl geniş bir pencereden algıladığını, ne kadar farkındalıklı bir çocuk olduğunu anlıyorsunuz. Kendini anlattığı bir yerde “Oldukça cahilimdir ama epey okurum” der mesela. Yine sevdiği yazarlara bakış açısını şöyle dile getirir Holden: “Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman, bunu yazan keşke çok yakın bir arkadaşım olsaydı da, canım her istediğinde onu telefonla arayıp konuşabilseydim diyorsanız, o kitap bence gerçekten iyidir. Ama öylesi pek bulunmuyor.” Katılmamak mümkün değil bu tespitine. Derdi ise sahtekar, iki yüzlü, çıkarcı, yapmacık ve maddeci çevresiyle. İstediği ise masumiyet, saf ve huzurlu bir yaşam sürmek. İnsanların sürekli rol yaptığını düşünüyor. Pek çok farklı yerde ve olayda bunu dile getiriyor. “Bir şeylere üzülüyorsam, tuvalete gitmem gerekse bile gitmem. Üzülmekten gidemem. Üzülmeyi bırakıp gidemem.” derken üzülen insanların normal hayatlarına nasıl devam ettiğini anlayamıyor.
Holden kimileri için kabul edilemez şeyler yapıp, sınırları fazla zorluyor olabilir ama benim burada asıl takdir ettiğim kısım onun bunu yaparken kriter olarak kendi dürüstlük anlayışına başvurması ve zekasını kullanabilme yeteneği. Beşinci okulundan da kovulma sonrası tam da Noel öncesi hepi topu üç günlük kaçışı esnasında yaşadığı macerayı anlatan bu kitabın özellikle kardeşleriyle olan diyaloglarını veya Holden’ın monologlarını içeren kısımlar oldukça dokunaklıdır.
Orijinal adı “The Catcher In The Rye” olan ve 1951 yılında yayımlanan Salinger’in bu romanı Türkçe’ye ilk önce Fransız dili profesörü Adnan Benk tarafından Gönülçelen adı ile orijinalinden değil de Fransızca çevirisinden çevrilmiştir. Teoman’ın Gönülçelen adı ile çıkarttığı albümünde de Teoman çok sevdiği bu kitaptan esinlenerek albüm ismini Gönülçelen koyduğunu açıklamış ve hatta bu durum kitabın ülkemizdeki satışlarını da bi hayli arttırmıştır. Sonrasında ise Coşkun Yerli tarafından orijinalinden çevrilerek YKY tarafından Çavdar Tarlasında Çocuklar ismi ile yayımlanmıştır. Lakin kitabı Gönülçelen ismi ile bulamayan güzide okurlar bir türlü Çavdar Tarlasındaki Çocuklar ile Gönülçelen’in aynı kitap olduğuna inanmak istemiyormuş.
Jerome David Salinger, Holden Caulfield karakteriyle edebiyat dünyasında sarsılmaz bir yere kavuşmuştur ve Çavdar Tarlasında Çocuklar edebiyat dünyasında kült bir roman olarak anılıyor bu sebeple. Salinger, Holden Caulfield’ın çocukluğuna benzer bir çocukluk ve sorunlu bir öğretim hayatı geçirmiştir. II.Dünya Savaşı’na katılmış, savaşın olumsuz yüzünü görmüş, psikolojik buhran geçirmiştir. Münzevi hayatı tercih eden Salinger okurlarına bir kitabı beğenirlerse kitabın yazarını aramalarını tavsiye ettiyse bile Çavdar Tarlasında Çocuklar’ın yayımlanmasından sonra ünlenmesi nedeni ile köşe bucak insanlardan kaçarak telefonlarını dahi açmadan geçirmiş hayatını. Mistizme ve maneviyata yönelerek Zen budizmine ilgi duymuştur. İnsanlardan kaçarak kendini adeta evine hapseden Salinger tercih ettiği bu yaşam şekli ile Holden’ın kitabında başaramadığını adeta kendisi başarmıştır. Salinger kitaplarında biyografik bilgilerinin yayımlanmasına şiddetle karşı çıkar, fotoğraflarının basılmasını istemez, kitap kapaklarının olabildiğince kapak resmi olmada sade olmasını ister ve açıklayıcı arka kapak bilgileri olmadan basılmasını talep eder. Ona göre okuyucuyla kitap arasına hiçbir şey girmemelidir. E ne diyeyim Holden'in deyişiyle “felaket bittim bu bizim Salinger’e ” : )
Velhasıl basit anlatımına, devrik cümlelerine rağmen derinliği olan bir romandır. Çavdar tarlasında koşan çocukları uçurumdan düşmek üzere iken tutmayı isteyen, işinin bu olmasını hayal edebilen Holden’ın hislerine kulak kabartmak benim hoşuma gitti. “Sakın kimseye bir şey anlatmayın. Herkesi özlemeye başlıyorsunuz sonra.” cümlesiyle son bulan bu romanın bana göre ilk cümlesinden daha vurucudur son cümlesi.
Sahi, şu Güney Central Parktaki yapay göl donup buz tuttuğunda gölde bulunan ördekler kışın nereye gidiyor acaba?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder