Sarah Bakewell’in “Nasıl
Yaşanır ya da Bir Soruda Montaigne’in Hayatı ve Cevaplamak İçin Yirmi Teşebbüs”
isimli biyografi türündeki kitabı bu yılki okuma listemde vardı. Bu kitabı iki
sebepten dolayı okuma listeme almıştım. Birinci nedeni kitap nasıl daha iyi
yaşanacağı konusunda acaba neler içeriyor diye merak etmemdi. İkinci sebebi ise
yazarın 16 yy da yaşamış olan Montaigne’yi
kendi, düşüncelerini, yaşadıklarını anlatması sebebiyle günümüz bloggerlarına
benzetmesiydi. Ancak bu kitabı daha iyi anlayabilmek için ona başlamadan önce
Montaigne’nin öğrencilik yıllarımda okumuş olduğum fakat uzun yıllardır rafta
bekleyen Denemeleri’ni bir kez daha okumam gerekiyordu ve okudum da. İyi ki de
tekrar okumuşum. Çünkü Denemeler öyle bir sefer alınıp okunup rafta bekleyecek
kitaplardan değil aslında. Bir insanın kendi kendini şahane bir kurcalaması. Kendini
bize anlatmış, bizi bize anlatmış. Yaklaşık 500 yıl önce yazılmış ve adeta
kişisel gelişim kitaplarının atası niteliğinde bir yapıt.
Montaigne 1533-1592
yılları arasında yaşamış Fransız bir yazardır. Deneme türünün kurucusu
olarak
anılan Michel de Montaigne, son derece de varlıklı bir aileye mensuptur.
Yargıçlık, belediye başkanlığı ve şarap üreticiliği gibi
çeşitli soylu görevler yapmış olan yazar otuzlu yaşlarının sonunda
yazmaya
başladığı Denemeler’i yaklaşık yirmi yılda tamamlamıştır. Stefan Zweig,
André
Gide, Virginia Woolf, Nietzsche, Shakespear Gustave Flaubert, ve daha
pek
çokları Montaigne'i “bir hayat arkadaşı” olarak benimsemiş. Denemeler,
canlılığından hiçbir şey yitirmeden, her nesli etkilemeye devam ederek
günümüze
kadar gelmiş.
Bu kitabı hala
okumadı iseniz okumanızı, okudu iseniz de ara ara sayfalarında tekrar
gezinmenizi tavsiye ediyorum. Sizi hayata yeniden bağlayabilir, sizi tek
bir
cümlesi ile uzun uzun düşündürebilir, yol gösterebilir. İnsan, savaş, bilgelik, dostluk, ölüm,
yaşama bağlılık, halk, şiir gibi tamamen hayata dair konu seçimleri ile ''
Denemeler '', kitap severlerin ve hatta blog işini ciddiye alan bloggerların raflarında
bulunması gereken bir eser.
Sarah Bakewell’in “Nasıl
Yaşanır ya da Bir Soruda Montaigne’in Hayatı ve Cevaplamak İçin Yirmi Teşebbüs”
biyografisi ise umuyorum ki bir başka yazımın konusu olacak.
Bu kitaptan farklı farklı
konularda altı çizilebilecek, alıntılanabilecek o kadar çok pasaj var ki benim
seçtiklerim şunlar oldu:
- “Ruhumuzun ele avuca sığmayan akışını gözlemek, onun karanlık derinliklerine kadar inmek, türlü hallerindeki bunca incelikleri ayırt edip yazmak sanıldığından çok daha zahmetli bir iştir. Sonra bir taraftan bu işin o kadar başka, o kadar garip bir zevki de var ki insanı dünya işlerinden, hem de en değerli dünya işlerinden çekip alıyor. Birkaç yıldır düşüncelerimin kendimden başka amacı yok; yalnız kendimi sorguya çekiyor ve inceliyorum. Başka bir şeyi incelediğim de oluyor ama, onu da hemen kendime çekiyor, daha doğrusu, kendime mal ediyorum; daha az yararı olan öteki bilimlerde olduğu gibi, bu bilimde öğrendiklerimi başkalarına bildiriyorsam, bunda hiçbir kötülük görmüyorum. Şunu da söyleyeyim ki öğrendiklerimle hiç de yetinmiyorum. İnsanın kendini anlatmasından daha zor ve daha yararlı hiçbir şey yoktur. Üstelik, meydana çıkmak için insanın süslenmesi, kendine çeki düzen vermesi gerekiyor. Ben durmadan kendimi düzenliyorum, çünkü durmadan anlatıyorum.”
- “Kendinden söz etmeyi kötü görmek, yasak etmek adet olmuştur çünkü kendinden söz etmek her zaman kendini övmek gibi görünür kendini övmekse herkesin zıddına gider. Ama kendinden söz etmeyi yasak etmek, çocuğun burnunu silecek yerde, burnunu koparmak olur.”
- “Ne gariptir, şairlerimiz şiir yargılamasını, yorumlamasını bilenlerimizden çok daha fazla. Şiiri yapmak şiirden anlamaktan daha kolay. Şiirin orta hallicesi beylik ölçülerle, sanat bilgisiyle yargılanabilir; ama şiirin iyisi, olağanı aşan, tanrısal olanı kuralların ve aklın üstündedir. Onun güzelliğini sağlam ve olgun bir görüşle fark eden, bir şimşeğin parıltısı kadar görebilir ancak onu. O güzellik aklımızı işletmez, başımızdan alır, allak bullak eder. Ona varmasını bileni saran coşkunluk, şiiri okuyup dinlettiği bir başkasını da etkiler: Nasıl ki mıknatıs bir iğneyi kendine çekmekle kalmaz, onu da mıknatıslayıp başka iğneleri çekmek gücünü verir ona. Tiyatrolarda daha açıkça görülür ki şairi öfkeye, yasa, kine kaptıran, dilediği yerde kendinden geçiren o kutsal esin gücü şairin aracılığıyla oyuncuya, oyuncudan da bütün bir halka geçer, birbirine asılan mıknatıslı iğneler dizisi gibi.” / Şiir Üstüne
- “Dünyadaki birçok kötülükler, daha cüretle söyleyelim, dünyanın bütün kötülükleri, bizi bilgisizliğimizi açığa vurmaktan kaçınmaya, reddetmediğimiz şeyi kabul etmeye alıştırmalarından geliyor. Her şeyden bilgiçce ve kesinlikle söz ediyoruz. Roma’da bir adet varmış: Bir tanığın gözleriyle gördüğünü söylediği ve bir yargıcın en kesin bilgiyle ortaya koyduğu şeyden bile, bana öyle geliyor ki, diye söz edilirmiş. Olabilecek şeyleri bana hiç şaşmazmış gibi yutturmaya kalktıkları zaman o şeylere karşı nefret uyandırıyorlar bende. Önerilerimizin, küstahlığını yumuşatan şu sözleri severim ben: Olabilir ki, kimi yerde, kimisi, derler ki, sanırım benzeri sözleri. Çocukları eğitecek olsam, kestirip atarca değil şöyle sorarca karşılık vermeye alıştırırdım onları: Ne demek bu? Bundan anlamam, olabilir, doğru mu? On yaşında bilginler gibi konuşacaklarına altmış yaşında öğrenci gibi kalsınlar. Bilgisizlikten kurtulmak isteyenin onu açığa vurması gerekir. İris, Thaumantis’in (aydınlık şaşkınlığın) kızıdır. Şaşma bütün filozofinin temeli, soruşturma gelişmesi, bilgisizlik son aşamasıdır. Bilgisizliğin öylesi vardır ki yücelik ve cömertlikten yana bilimden aşağı kalmaz; o bilgisizliği kavramak için de bilimi kavramak için gerektiği kadar bilim ister.”/Bilmediğini Söyleme
- “Zorla, istemeye istemeye yaptığım her şey dokunur bana; seve seve, iştahla yaptığım hiçbir şeyden zarar görmem. Hoşuma giden bir şeyin bana dokunduğunu bilmiyorum. Onun için hekimlerin dediklerini her zaman keyfimden yana çevirmişimdir, hem de alabildiğine…” /Sağlık Üzerine
- “İmparatorla kunduracıların ruhları eş kalıptan çıkmadır… Onların istekleri de bizimkiler kadar sudandır, ama kudretleri daha fazladır; kral da, dilenci de aynı iştahla acıkırlar.” /Ruh Eşitliği
- “Bir hekimin, bir başka hekimin reçetesini, hiçbir şey eklemeden ya da eksiltmeden kullandığını gören olmuş mudur dünyada? Bundan anlaşılıyor ki hekimler ünlerini, dolayısıyla kendi yararlarını hastaların yararından çok düşünüyorlar. Aralarında en bilgesi en eski çağda bir hastaya bir tek hekimin bakmasını gerekli saymıştı; çünkü o hekim başarılı olmazsa, bir tek adamın yanlışı bütün hekimlik sanatına yüklenecek kadar büyütülmez; başarılı olursa da, tersine, onur payı daha büyük olur. Çokluk oldukları yerde hem mesleklerini gözden düşürürler, hem de yararlı olmaktan çok zararlı olurlar.” / Hekimlik Üstüne
- “Bizi dünyaya getiren tohum, o bir damla akıt ne müthiş şeydir. İçinde babamızın yalnız beden biçimi değil, duyguları, düşünceleri, eğilimleri bile var. Bu bir damla su bunca halleri neresinde saklıyor?” /İnsan Bilgisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder